Muhterem Hayrettin Karaman hoca, Yeni Þafak’taki köþesinde, dörttür önemli bir mesele üzerinde yazýyor: Müslümanlar arasý ihtilaf.
“Alimlerin ihtilafý rahmettir” diyen bir geleneðimiz olduðu halde, fiiliyatýn pek öyle olmadýðýný hatýrlatan Hayrettin hoca, þu acý tespitte bulunuyor:
“Alimlerin, itikad, ibadet, siyaset.. alanlarýndaki farklý ictihadlarý, Ýslam tarihinde rahmete, geniþliðe, kolaylýða, çözüm zenginliðine sebep olmadý, tam aksine taasuba, tarafgirliðe, kavgaya ve tefrikaya sebep oldu.”
Peki o zaman çözüm ne? Müslümanlar arasýndaki husumet ve çatýþmalar nasýl giderilir?
Hayrettin hoca, bu soruya “alimler arasýnda birlik saðlama” fikrinden yola çýkarak cevap aramamýþ. Önemli tespitler ve vurgular yapmýþ.
Ancak ben, meseleye baþka bir açýdan da bakmanýn ufuk açabileceði kanýsýndayým: Farklý mezhep, meþrep veya cemaatlere mensup Müslümanlarýn, ihtilaf edilen meselenin “doðrusu” hakkýndaki yargýlarýndaki keskinlik.
Mürciye’nin yolu
Demek istediðimi açmak için, Ýslam tarihindeki ilk büyük tefrikaya, Hz. Ali ile Muaviye arasýndaki çatýþmaya dönüp bir bakalým.
Mâlumdur; Sýffin Savaþý ile zirveye ulaþan o çatýþma, siyasi bir ihtilaftan doðmuþtu: Hilafet, kimin hakký idi?
Bazýlarý “Hilafet Ali’nin hakkýdýr” derken, diðerleri “Hilafet Muaviye’nin hakkýdýr” dedi. Ýlk gruptakilerin bazýlarý, zamanla bugün Þiilik olarak bildiðimiz mezhebe dönüþtü.
Bu esnada ortaya çýkan üçüncü bir grup ise, çok tehlikeli bir fanatizm geliþtirdi. “Hariciler” olarak bilinen bu grup, hem Hz. Ali’yi hem Muaviye’yi kafir ilan etti!.. Dahasý, her iki ismin taraftarlarýnýn “katli vacip” olduðuna hükmedip, pek çok masum Müslümanýn kanýna girdi.
Kendi dar anlayýþlarýný “hak”, diðer herkesi “batýl” ilan eden bu fanatik zihniyetin, bugün de El Kaide gibi “tekfirî” gruplar arasýnda hortladýðýný düþünenler var.
Ama bir grup daha vardý, tüm bu karmaþa içinde farklý bir yol tutan: Mürciye.
Mürciye alimleri, özetle dediler ki: “Kim doðrudur, kim yanlýþtýr; biz bunu kesin olarak bilemeyiz. Bunu bir tek
Allah bilir
.”
Sonra, þu Kur’an ayetine baþvurdular:
“Dönüþünüz yalnýzca Banadýr, hakkýnda anlaþmazlýða düþtüðünüz þeyde aranýzda Ben hükmedeceðim.” (Ali Ýmran, 55)
Bu vaade dayanarak, yaþanan ihtilafýn çözümünü ahirete “ertelemeyi” tercih ettiler. (“Mürciye”, irca edenler, yani “erteleyenler” demektir zaten.) Böylece, Müslümanlar arasýnda bir çoðulculuk zemini kurdular. Baðýmsýz bir ekol olarak yaþamasalar da, baþta Ýmam Ebu Hanife olmak üzere bazý Ehl-i Sünnet alimlerine de ýþýk tuttular...
Hoþgörü üstüne mektup
Ýþin en ilginç yaný nedir, biliyor musunuz?
Mürciye’nin çoðulculuk formülünü, tam bin yýl sonra yaþayan bir baþkasý daha savunmuþ ve dünya tarihinde çok önemli bir isim haline gelmiþtir:
Siyasi liberalizmin kurucusu sayýlan Ýngiliz düþünür John Locke!..
Locke, “Hoþgörü Üstüne Bir Mektup” adlý 1689 basýmý kitabýnda, Britanya’da farklý Hýristiyan mezhepler olduðunu anlatýr, sonra da hangisinin “hak” olduðuna karar verme yetkisinin sadece Tanrý’ya ait olduðunu savunur. Dini özgürlükleri, bu çoðulcu ilahiyata dayandýrýr.
“Özgürlüðün Ýslami Yolu” adlý kitabýmda izah ettiðim üzere, Batý’da “liberalizm” adý altýnda geliþen bazý özgürlükçü fikirlerin Ýslam geleneðinde böyle ilginç karþýlýklarý var. Bunlarý biraz hatýrlamak ise, bugünkü sorunlarýmýza yardým edebilir.
Mesela Hayrettin hocanýn ele aldýðý “ihtilaf” sorununa...
Açýkçasý, ne yaparsak yapalým, ihtilaflarý ortadan kaldýrmak imkansýz. Ama keskinliklerini düþürmek mümkün. Bunun yolu da, Hak’ký görecelileþtirmek deðil, ama Hak’ka sahip olma iddiamýzý görecelileþtirmek. Yani, Mürciye’nin yaptýðý gibi, nihai hükümleri ahirete ertelemek...