Çoðunluðun dayanýlmaz aðýrlýðý!

Milan Kundera’nýn “Var olmanýn dayanýlmaz hafifliði” okunasý bir kitaptý. Kundera, bugünün Türkiye’sinde yaþasa neler yazardý tam bilemiyorum ama aþaðý yukarý tahmin edebiliyorum.

Her þeyi çoðunluk esasýna baðlayan bir kültür geliþiyor ülkemizde. Sadece çoðunluðun haklý olduðunu kabul eden, tekçi bir kültür.

“Paran kadar konuþ” gibi, “Tabanýn veya gücün kadar konuþ” diyen bir kültür bu.

Yaþanan tüm sýkýntýlara raðmen, sýnýrlarýn, dillerin, kültürlerin, halklarýn ve dinlerin birbirine karýþtýðý bir dünyada her þeyin tekliðini savunanlar, tarih karþýsýnda kaybetmeye mahkumdur.

Çünkü tarihi doðru okuyanlar, ulus-devletin sýnýflý toplumun belirli bir aþamasýnýn özgün bir eseri olduðunu ve o toplumu yaratan ekonomik koþullarýn artýk yerinde olmadýðýný görür.

Sýnýrlarý içinde üretimi saðlamak ve korumak fikrinden yola çýkan ulus-devletin geldiði bugünkü nokta, bilginin, malýn, hizmetin sýnýr tanýmadýðý bir dünya.

Yani, çoklu bir dünya.

Hýristiyan’la Müslüman’ýn, Almanca konuþanla Türkçe konuþanýn her coðrafyada bir arada yaþadýðý, mallarýn Amerika’da planlanýp geliþtirildiði, Çin’de üretildiði ve dünyanýn her yerinde satýldýðý bir çaðda, hiçbir þeyin tekliðini savunmak mümkün deðildir.

Siz ne kadar aksini iddia etseniz de mümkün deðildir.

Mesela, yabancýya mülk satýþýna izin verdiðiniz andan itibaren, dilin de, dinin de tek olamayacaðýný baþtan kabullenmiþsiniz demektir.

Zaten, bu topraklarda ne dil, ne de din hiçbir zaman tekil olmamýþtýr. Anadolu’nun zenginliði de buradan kaynaklanmaktadýr. Bizler bunu ne kadar Osmanlý’nýn hoþgörüsüne baðlamaya çalýþsak da, bu dönemin üretim koþullarýnýn tüm devletlere dayattýðý bir gerçektir.

Kabul edelim ki bu topraklar, Alevisi ve Sunnisi, Yahudisi ve Hýristiyaný, eðer gerçekten varsa Zerdüþt’ü ile olduðu kadar Kürt’ü, Türk’ü, Laz’ý ile bir mozaiktir.

Teklik hukukun üstünlüðü, herkesin diðerinin varlýðýna saygý göstermesi ile saðlanabilir. Çoðunluk olmak, tek olmak için yeterli deðildir, býrakýn haklý olmayý...

Türkiye’nin olmayan burjuvazisi!

Bir barda, restoranda karþýlaþýnca baþlar hemen “Kardeþim, böyle þey olur mu! Baþbakan tiyatrolarý kapatýyor, gýkýnýz çýkmýyor...”

Senin niye çýkmýyor kardeþim.

Sen hükümetle her türlü akçeli iþe girip paraný kazacaksýn, sanattan eðitime kadar her alanda muhalefeti 3-5 köþe yazarýnýn üstüne yýkacaksýn.

Dünyanýn neresinde böyle bir model var.

Ben senin adýna muhalefet yapacaðým, sen dünyalýðýna dünyalýk ekleyeceksin.

Tiyatrolarýn özelleþmesinden o kadar rahatsýzsan, elini cebine atarsýn, istediðin grubu desteklersin.

Ama olmaz.

Bizim toplumumuzda þimdi resim sanatý revaçta, resimden çok boyutunun önem taþýdýðý bir sanat dalý bu. Çünkü hisse senedi gibi.. Bugün bire al, yarýn beþe sat. Yani bir yatýrým aracý...

Boyutu büyüdükçe deðeri artan resim anlayýþýnýn var olduðu bir kültür bu.

Böyle burjuvaziye, böyle kültür.

Size devlet tiyatrosu bile çok kardeþim...

Balyoz Davasý!

350 subay bu davanýn sanýðý.

Dava temelsizdir demiyorum, hiçbir zaman da demedim ama “Herkesi at sepete” anlayýþýyla yürüdüðüne inanýyorum.

Güncelleme mi var, yoksa kimi dosyalar sonradan mý üretildi konusunda bile artýk ciddi kuþkularým var.

Ýstanbul polisi ve özel yetkili savcýlýðýnýn þike davasýndaki tutumunu görünce, kafam daha da karýþýyor.

Polis ve yargý, bir davada medyayý bu kadar kullanma ihtiyacý hissediyorsa, o davada bir sýkýntý var demektir.

Bakýn, 28 Þubat soruþturmasý Ankara özel yetkili savcýlýðý tarafýndan yürütülüyor. Ne medyaya sýzan yalan-dolan bilgiler, ne de kilit isimlerin savcýya verdiði ifadeler basýnda yer alýyor.

Bu da Ýstanbul’daki davalar üzerine gölge düþürüyor.

Eðer biz, geçmiþin yanlýþlarýndan ayný yöntemlerle hesap soracaðýz diyorsak, sorun yok.

Ama o yanlýþlarý tarihe gömeceðiz diyorsak, çok kötü bir noktadayýz, bilesiniz.