Çok güzel bir yazı

Ağırbaşlı, ciddî ve oturaklı yazarlar fırsat düşdükçe yâhut punduna getirip yazılarında kendilerini sözkonusu etmekden hoşlanmadıklarını belirtirler. Böylece ne kadar kaliteli ve objektif aydınlar olduklarını îmâ etmiş olurlar. Öyle ya, hazır eline imkân geçmişken, tirajına göre yüzlerce ile milyonlarca insana yeryüzündeki en önemli insandan, yâni kendilerinden bahsetmek yerine tutup dünyâ meselelerinden açıyorsanız bu, sizin aşırı derecede mütevâzı ve profesyonel kalitesi fevkalâde yüksek bir şahıs olduğunuzu gösterir.

Bense aksine kendimden bahsetmeye bayılırım!

Özel yaşamımda ne zaman buna teşebbüs etsem derhâl çevrem boşaldığı, yapayalnız kaldığım veyâ biri sertçe bir edâ ile sözümü kesdiği için midir nedir ben de zâhir kendimi böyle tatmîn ediyorum.

Artık yazıyla bile olsun kendimden sözedemezsem çatlarım!

Bundan elli altmış sene evvel Nûrullal Ataç bir yazısına “Büğün kendimden sözetmekistiyor canım.” diye başlamışdı da kimimiz gülmekden kimimiz öfkeden deliye dönmüşdük.

Nûrullah Ataç’ın kim olduğunu bilenler bilmeyenlere anlatsınlar!

“Büğün kendimden sözetmek istiyor canım.”

E, mâdem öyle buyur canım!

Böyle kendim, kendim diye debelenip duruyorum ya, aslında atla deve değil, bir okuyucu telefonu sözkonusu:

Numaramı bir müşterek dostumuzdan almış, ki bunun hesâbı da ayrıca o şahısdan sorulacakdır, benden politik görüşlerime dâir bilgi almak istemiş. Yazılarımda hiç değinmiyormuşum. Değinmiyorsam elbet bir bildiğim vardır. Bu yaşdan sonra zindanlarda sürünmek istemiyorum şeklinde şakaya bulaştırıp yakamı kurtarmak istedimse de inâd etdi. Kısacası, ona anlatıp sizlerden saklarsam ayıb olur diye bâri burada da belirteyim dedim:

Benim politik bağlamda çok katı ve âdetâ fanatik denebilecek ölçüde bağlı olduğum bir temel prensibim, çoğulcu demokrasinin ödün vermez bir savunucusu olduğum vâkıasıdır.

Buna ilâveten sosyal piyasa ekonomisi denilen sistemi beğenirim ama çoğulcu demokrasinin kuralları bozulmaksızın başka bir düzen hâkim olsa buna da dişlerimi gıcırdatarak katlanır, ancak değişmesi uğruna yine demokratik mücâdelemi veririm.

Katlanırım, çünki meşrû şekilde iktidâra gelmişdir. Ama gayrımeşrû şekilde, meselâ bir darbe sonucu iktidârı ele geçiren her türlü politik formasyon karşı derin bir düşmanlık hissi besler ve defolup gitmesi için elimden gelen her “meşrû”çâreye başvururum.

 

Bu meşrû saydığım çâreler arasında, son kerte olarak silahlı direniş de yer alır. Zîrâ diğer her yol tıkanırsa silahlı direniş de meşrû hâle gelir.

Bunları bir yazı konusu yapmak normal olarak aklımdan geçmezdi. Ama dediğim gibi merâk eden(ler?) olunca...

Öte yandan meşrûiyet gerçi benim için önemlidir ama politikada meşrûdur diye her yola başvurulmasını da tasvîb etmem. Meselâ Türkiye’de îdam cezâsı, savaş sırası bile dâhil olmak üzere, çok şükür yıllar önce kalkdı. 1983’den beri kimse îdam da edilmedi. Ama eğer yürürlükde olsaydı buna karşı var gücümle mücâdele eder, kalkması için uğraşırdım.

Sebebleri başka bir yazının konusu ama 1961’den beri şiddetle karşıyım.

Tuhafdır, ben aslında bugün bambaşka bir mesele üzerine sert üslûbda bir yazı tasarlıyordum. Kısmet değilmiş...İnşallah başka bir sefere...Hem arada biraz sert üslûb çalışırım daha otantik olur!