Þu sýralar Yýlmaz Erdoðan’ýn psikolojisi ne durumdadýr merak ediyorum gerçekten.
Bir film dergisine verdiði röportajda söylediði sözler baþýna bir nevi bela oldu: “Türkiye’de bir sette günde beþ vakit ezan sesi için durursun, aziz Allah dersin, beklersin, çay içersin, ama filmde o ezan sesini duyamazsýn. Neden?”
Hangi duygular içinde bu sözü söylediðini de merak etmiyor deðilim.
Gözden kaçan önemli bir ayrýntý var, çünkü kendisiyle röportajý yapan baþörtülü bir arkadaþýmýz, Gülcan Tezcan.
Gayet konjonktürel bir durum icabý nabza göre þerbet misali bir açýklama da sözkonusu olabilir, bir senarist-oyuncu-yönetmen olarak Yýlmaz Erdoðan geçmiþteki hatalarýnýn farkýna varýp samimi bir özeleþtiride bulunmuþ da olabilir. (En kötü ihtimal de, kendi yaptýklarýný hiç görmeyip Türk sinemasýna öylesine sallamýþ olmasýdýr. Bunu yapmýþ olmasýný hiç dilemem.)
Gariptir, artistlerin, þarkýcýlarýn, mankenlerin ve bilumum sanatçýlarýn muhafazakar medyaya verdikleri röportajlarda hep “Perþembe geceleri yasin okuduklarý, sahneye çýkmadan evvel besmele çektikleri, ezan sesini dinlemeyi çok sevdikleri vs.” mesajlar görürüz. Yani normal hayatýnda hiç gündeminde yokken, karþýsýnda baþörtülü gazeteci görünce, ailesinden bir örtülüyü namaz kýlan birisini o an hatýrlayýverir ve söyleme ihtiyacý hisseder. Trajikomik olduðu kadar eðlenceli bir durum yani.
O yüzden, röportajý yapan kiþinin Gülcan Tezcan olmasýna dikkat kesildim.
Yýlmaz Erdoðan gerçekte ‘artýk’ böyle düþündüðü için samimiyetle bir özeleþtiri mi vermiþtir, yoksa ortamýn duygusallýðýna kapýlarak hesaplanmamýþ bir söz mü sarfetmiþtir, bunu henüz bilmiyoruz.
Karþýmýzdaki manzaraya bakýlýnca Erdoðan, bir kesim tarafýndan, cepheden “bir adam” daha kaybetmenin verdiði öfkeyle linç edilmeye çalýþýlýyor. Ne dönekliði kaldý, ne iktidar yalakalýðý býrakýldý, ne de yeni çekeceði filme Kültür Bakanlýðýndan para alacaðý için satýlmýþlýðý...
Bu arada “mevziye geriye kazanma” ihtimali düþünülerek, “yapma Yýlmaz, sana ihtiyacýmýz var” þeklindeki temkinli çabalar da gözden kaçmýyor.
***
Bazý durumlar vardýr ki, insan çýkýp iki kelam eder ama ne Ýsa’ya yaranabilir ne de Musa’ya...
Ne umutlarla söylediðin söz, hiç ummadýðýn tavýrlarla karþýlaþmana sebebiyet verir ve söylediðine söyleyeceðine piþman olursun.
Ýþte þimdi tam böylesi bir durumda sesleniyorum Yýlmaz Erdoðan’a...
“Filmlerde ezan sesi yok” sözünü ben söylesem kimse ciddiye almaz, sizin söylemeniz ve bunu tartýþmaya açmanýz çok önemli. Umarým siz de bunun farkýndasýnýzdýr.
Laik kesim tarafýndan linç edilirken, dindar kesim tarafýndan sahiplenilmeniz gerekiyordu normal þartlarda.
Oysa dindar kesim tarafýndan da samimiyetiniz sorgulandý. Vizontele’den Neþeli Hayat’a ve Organize Ýþler’e kadar yaptýðýnýz iþler önünüze konuldu.
Bana göre de sizi sorgulayanlar þu an itibariyle haklýlar.
Þöyle ki:
Çok deðil bundan on yýl öncesinde siz böyle birþey söyleseydiniz, dindar kesim sýrtýna alýp gezdirir, baþýna tac ederdi. Filmlerinizin, kitaplarýnýzýn, tiyatro oyunlarýnýzýn hasýlatý dörde katlanýrdý.
Söylediði sözün altýný doldursun doldurmasýn çok aydýný, akademisyeni, yazarý sýrtýnda gezdirdi muhafazakar kesim.
Ama artýk kimse takmýyor bu tür ifadeleri, hatta biraz da insanlarýn asabý bozuluyor.
Hülasa, býrakýn filmlerinizde ezan sesinin hiç olmayýþýný, misal Vizontele filmindeki kekeme imam tiplemesinin hatýrlatýlmasý da bu yüzden.
Hepimiz samimiyetsizliklerden býktýk.
Yoðurdu üfleyerek yememiz de bundan. Size tavsiyem birincisi eleþtiriler sizi incitmesin, ikincisi linç etmeye çalýþanlarý fazla önemsemeyin.
Ancak..
Konjontürel demokratlýklardan kimse hazzetmiyor artýk. Hele bir de, yapýp ettikleriyle sözleri tutarlý olmayýnca insanýn biraz daha dikkatli olmasý gerekiyor.
“Zor zamanda konuþmak” çok daha öne çýkan bir nitelik olacak bundan sonra...