Çok konuşurum ama hiçbir şey söylemem

Reyhanlı saldırısında hedef, Türkiye’yi Esad’lı ya da Esad’sız çözüme razı etmek midir?

Bunun değerlendirmesini “ehil” kalemler yapsın.

Kesin olan bilgi şu:

Suriye’deki istikrarsızlığın ya da savaş halinin bölgedeki ülkeleri de etkileyeceğini ve “savaşın giderek daha geniş bir alana yayılacağını” söyleyen İsrail bir şeyler biliyor.

Biz de şunu biliyoruz:

Saldırı, Başbakan Erdoğan’ın Obama’yı ziyaretinden hemen önce gerçekleşiyor.

Bu ziyaret, Lavrov’la Kerry arasında varılan “Baslı çözüm” mutabakatının altını boşaltacak yeni bir mutabakatı (Esad’sız ve Baas’sız çözümü) gündeme getirmezse, saldırı amacına ulaşmış olacak.

Bunun tersini iddia edenler de var ama kesin ve şaşmaz gerçek şu:

Bölge’nin istikrarı ve Türkiye’nin güvenliği, Esad’sız çözüme bağlı.

Esad’lı Suriye’nin neler yapabileceğini, ne tür “çılgınlıklara” kalkışacağını iki yıldır tecrübe edip duruyoruz.

Bunu, Esad’a heyetler gönderen ve miadını doldurmuş rejimin cinayetlerini “meşrulaştıran” ana muhalefet partimiz de görüyordur mutlaka.

HAMİŞ:

Reyhanlı’daki saldırı, bir anlamda onu kurtardı.

Geçen hafta, neye yaradığı belirsiz bir sürü laf etti çünkü.

Daha doğrusu, etmiş...

Kimden mi söz ediyorum?

Gazete genel yayın yönetmenleriyle “basına kapalı” toplantı gerçekleştiren CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’ndan...

Fakat, “basına kapalı” ibaresini anlayamadım.

Hem basına kapalı toplantı gerçekleştiriyor, hem de “basın mensuplarını”, yani gazetelerin tepe yöneticilerini çağırıyor. Bu nasıl oluyor?

Tuhaf doğrusu...

Tuhaflık bununla sınırlı değil tabii.

Bir sürü şey anlatıyor, içinde “çözüm” geçen yüzlerce cümle kuruyor, basın mensuplarının süreçle ilgili sorularını cevaplandırıyor ama hiçbir şey söylemiyor.

Toplantıya katılan genel yayın yönetmenleri, hemen ertesinde izlenimlerini yazdılar.

Bütün yazılanları dikkatle, satır aralarını didikleyerek okudum ama bir şey anlamadım.

İsmail Küçükkaya çok şey anlamış ve tatmin olmuş. (Küçükkaya tatmin olmaya hazır bir arkadaşımızdır zaten... Referandum sürecinde aynı anda hem “evet” cephesini, hem de “hayır” cephesini haklı buluyordu. Bunu nasıl başarıyordu? Benim için muammadır.)

Küçükkaya niçin tatmin olduğunu da anlatıyor ama bu kez ben tatmin olmadım.

Kılıçdaroğlu neden böyle bir toplantı yapma ihtiyacı duydu?

Seçik değil.

Seçik olan iki husus var.

BİR: Kemal Bey, akan kanın durmasını istiyor ama çözüm sürecini beğenmiyor.

İKİ: Kemal Bey bu ülkede Kürtlerin yaşadığını kabul ediyor. En azından Kürtlerin yaşadığı bilgisine sahip...

Peki, varlığını kabul ettiği Kürtlerle ilgili hangi iyileştirici önerilerde bulunuyor? Mesela, “anadilde eğitim” konusunda ne düşünüyor?

Hiçbir şey düşünmüyor.

Sanırım iyi şeyler düşünmüyor. (“Anadilde savunma” meselesi görüşülürken komisyonda sergiledikleri üstün performans bu konuda bazı ipuçları sunuyor.)

Peki, hiç mi somut bir şey söylemiyor?

Söylüyor...

“Demokrasi” diyor.

Demokrasinin bütün meselelerimizi çözeceğini, şöyle “ortaya doğru” yuvarlayıveriyor...

İsmail Küçükkaya’yı heyecanlandıran kısmı da bu...

Hülasa, Kemal Bey, tipik bir “çok konuşurum ama hiçbir şey söylemem” toplantısı gerçekleştirdikten sonra, usulünce “dağılalım” diyor ve bir kez daha adet yerini bulmuş oluyor.