Çorak tarladaki cankurtaran simidi!

Geçtiğimiz hafta sonu, neferi kabul edilmekten onur duyduğum İstanbul Aile Vakfı'nın ve Büyük Aile Platformu'nun düzenlediği "Büyükşehirlerde Aile Olmak" başlıklı Çalıştay için İstanbul Ticaret Üniversitesinde gün boyu müzakereler yaptık. İstifadeli bir gün oldu. Çok güzel insanlarla tanıştık, çok değerli uzmanları dinledik.

İki kıymetli kurum da Çalıştayın verimli sonuçlar çıkartabilmesi için canhıraş şekilde gayret ettiler.

Hem fakirin hem de değerli katılımcıların zikrettikleri üzerinden anladıklarımı ve anlatmaya çalıştıklarımı kolaj yöntemiyle sizlerle paylaşıyorum.

Modern çağın göz boyayan vitrinine aldanıp elimizdeki cevheri kaybetmek üzereyiz; "aileyi" plastik bir oyuncak gibi modernizmin çorak tarlasına savurmuş vaziyetteyiz.

Kadını ve erkeği öylesine "eşitledik" ki sonunda birbirlerine benzeyen, ama birbirlerini anlamayan iki yabancı doğurduk.

"Eşitlik" dedik, ama sevgi terazisinin kefesini de kırdık.

Anne baba mı? Onlar da bu denklemde figüranlaştırılmaya yüz tutuyor!

"Mesken" kavramı "Sükûn-Sükûnet"ten gelir; sakinlik ve huzur mekânı-konutu.

Evlerimiz "huzur mekânı" olmaktan çıktı, dört duvar arasında yalnızlıklarımızı barındıran bir pansiyon konutu haline dönüştü.

Modern ailede hak var, ama sorumluluk yok.

Kadın özgürlüğünden bahsederiz, ama o "özgürlüğün" kölesi haline gelen kadınları görmezden geliriz.

Erkekliği hor görürüz, ama "baba" dediğimiz figürün tarihe karıştığını fark etmeyiz.

"Feminizm, kadını özgürleştirdi" dediler. Peki, özgürlük sadece çalışmak, para kazanmak, evin reisiyle rekabet etmek midir?

Feminist söylemlerle, kadını savaşın askerine çevirdiler. Mücadeleci ruha sahip birer asker.

Ve fakat bu savaşta kaybedilen en büyük şey, sevgi ve merhamet dokusu oldu.

"Mahremiyet" kavramını da harcadık; bir eşyanın etiketini söküp çöpe atar gibi.

Halbuki mahremiyet, aileyi ayakta tutan görünmez iple dokunmuştu. Şimdi o ip, ellerimizde bir yumak; çözüldükçe daha da dağınık hale geliyor.

Her yerde katil kameralar var, kalplerdeki hayânın canına kastediyor.

Anneler ne zaman, mahremiyetin ehem-mühim denklemini çocuklarına öğretmek için "paylaşmayı ve beğenmeyi-beğenilmeyi" bırakacak?

Babalar ne zaman, ailesine mahremiyetin haysiyetini yeniden kazandıracak?

Modernizm aile mefhumumuza bir "altın kelepçe" taktı; her birey özgürdür!

Ve fakat o özgürlük bireyi aileden koparıyor efendiler!

Eşitlik propagandası, sevgi hiyerarşisini yok etti; artık kimse kimseyi dinlemiyor.

Ebeveynlik bir lütuf değil, angarya gibi görülüyor!

Çocuklar ebeveynlerine sevgi ve saygı göstermeyi öğrenmeden büyüyor; yaşlandıklarında da "niye bakayım ki" telaşındalar!

İslam'ın ailenin temelini ahlaka oturtan yapısını hukukla boğmaya/bozmaya çalışıyoruz.

"Her şey yasaya uygun olmalı" diyen modern akıl, vicdanı devre dışı bırakınca, sevgi de hukuki bir meseleye dönüşmüş durumda!

Ne zaman, aile içi huzuru mahkeme salonlarında aramaktan vazgeçeceğiz?

Çözüm mü?

Çözüm, aileyi kadim değerler manzumesiyle yeniden tanıştırmaktan, aileyi kültürel dokumuzla yeniden barıştırmaktan ve dahi aileyi İslam'ın özgün yapısına döndürmekten geçer.

Modernizmin dağınıklığına karşı, aileyi bu bütüncül ruhla, şuurla toparlamak gerekir.

Perdelerimizi kapatıp mahremiyeti yeniden inşa etmek, hiyerarşiyi ahlaki temelde yeniden kurmak zorundayız.

Bunu yapamazsak, boşanmaların artışına, şiddetin yaygınlaşmasına, sevgisizliğin bir salgın gibi toplumu ele geçirmesine seyirci kalırız.

Unutmayalım, aileyi kurtarmak bir seçenek değil, hayatta kalma meselesidir.

Batının reçetelerine değil, kendi medeniyetimizin kodlarına dönelim.

Batının normlarıyla Doğulu olma sevdasından kurtulalım.

Çünkü aile sadece bir kurum değil, ötelere ulaştıran bir yoldur; huzurun, sevginin, sükûnun ve cennetin kapısıdır.

Batının ve modernizmin çorak tarlasında bizi de çoraklaştırmaya çalışıyorlar!

İşte, "aile" bu çorak tarladaki son cankurtaran simididir!