Dün, ‘2. Dünya Savaþý’ dönemine aid ilginç sahneleri gösteren (belgesel) filmlere baktým, biraz..
Kamikaze’lerin (japon fedaîlerinin) yüzlerce uçaðýnýn, bir Pazar sabahýnýn sakinliðinde, Pasifik’teki Amerikan Donanma üssü olan Pearl Harbor’daki savaþ gemileri üzerine 1941 sonunda yaptýklarý ânî baskýnla, B. Amerika’nýn savaþa çekilmesi müthiþti..
Hitler Almanyasý’nýn iki yýl kadar süren Stalingrad Kuþatmasý ve karþýlaþtýðý müthiþ direniþ de..
Amerika’nýn Normandiya Çýkarmasý’ndan sonra Hitler’in güçlerini ikiye bölüp umutsuz bir direniþe geçtiði tarihî anlar da öyle..
Ýtalyanlarý milyonlar halinde ardýndan koþturan Duçe (Yüce Lider) Mussolini’nin yüzbinleri coþturduðu nutuk sahneleri daha bir düþündürücüydü.
‘Duçe’, ‘Üç ilkemiz var: Ýnan! Ýtaat et! Savaþ!.’ sloganýný söylerken, karþýsýndaki yüzbinler nasýl da kendilerinden geçmiþçesine Duçe’lerine liderlerine baðlýlýk gösteriyorlardý.
Ve amma, savaþýn ters gitmeye baþlamasýndan sonra.. Duçe, iktidardan uzaklaþtýrýlýyor ve müttefiki olan Adolf Hitler’in himayesinde Almanya’da bir yerde yaþýyor, ama, Ýtalyan siyasetini yine tanzim etmekten el çekmiyordu.
Ama, Almanya da artýk savaþýn son demlerine gelip dayanmýþtý. 8 Mayýs 1945’de teslim olmaya koþar adým yaklaþýyordu..
Duçe ise, 1945 Nisaný’nda gizlice kendisine yeni sýðýnaklar aramak derdindeyken.. Komünist partizanlar tarafýndan yakalanýp öldürülüyor ve kendisinin ve metresi Clara ve diðer yakýn çalýþma arkadaþlarýnýn cesedleri elektrik direklerine ayaklarýndan asýlarak halk kitlelerine teþhir ediliyordu. Daha önce coþkun þekilde desteklenen Duçe’lerine tüküren yüzbinlerin, ölü bedenlerine tükürmeleri ve taþ ve sopalarla saldýrmalarý görmeye deðerdi..
O sahneler, o zamanýn þartlarýna mahsus mu diyorsunuz?
Benzer korkunç sahneleri 9 sene önce de Libya’da Trablusgarb’da da görmedik mi?
300 bin kadar insan, Trablusgarb’da, Muammer Gaddafî’ye, baðlýlýklarýný en coþkun þekilde gösteriyorlardý.
42 yýllýk bir hükmetme gücüne güvenen Gaddafî de, kendisine karþý çýkanlara, ‘Laðým fareleri gibi öleceksiniz..’ diye tehditler savuruyordu. Ona, ‘ Gel, seni Malezya veya Endonezya gibi uzak yerlere gönderelim, can güvenliðini de biz saðlarýz!’ denilmiþti. (Bunu ona kimin teklif ettiðini tahmin edebilirsiniz.) Ama, o, bu coþkun kitlelerin desteklerine güvenerek kabul etmemiþti bu teklifi..
Ve, sonrasý mâlûm..
Gaddafî, bir laðým kanalýnda gizlenirken yakalanýyor ve hýþýmlý kitlelerin en alçakça ve ahlâksýzca usûlleriyle öldürülüyordu.
Bunlar hep uzaklarda ve baþka halklarda yaþanýyor deðil..
Bizden de ayný durum olmamýþ mýdýr?
Genç Osmanlý Padiþahý 2.Osman’ý 1622’de tahttan indiren darbeci askerler/ yeniçeriler, onu bir uyuz ata çýplak olarak bindirip, halkýn alkýþlarý arasýnda caddelerden geçirip Yedikule Zindanlarý’na götürürken, yeniçerilerin ve ayaktakýmý kiþilerin onun çýplak bedenine ellerindeki sopalarla nasýl en ahlâksýzca iþkenceler yaptýklarý ve orada nasýl boðulduðu da unutulmasýn..
Daha yakýn zaman dilimine de gelebiliriz..
1950-60 arasýnda 10 yýl millete hizmet etmiþ ve millet tarafýndan sevilmiþ bir lider olan Baþvekil Adnan Menderes’in 60 sene önce askerî bir darbeyle iktidardan uzaklaþtýrýlýþýný ve ‘þanlý generallerimiz ve modern baþýbozuk yeniçeriler’ tarafýndan nasýl akýl almaz zulüm ve ahlâksýzlýklarla 17 Eylûl 1961’de -gerçekte kemalist ideolojiye sadâkatle baðlýlýk göstermediðinden dolayý- idâm sehpasýna götürülüþünü ve asýlarak öldürülüþünü hatýrlayalým. (Evvelki gün, 10 Kasým günü, bir gazete, kocaman bir baþlýk atmýþtý, ‘Seni sevmeyeni biz de sevmeyeceðiz..’ diyordu. )
Meclis’de Askerî Darbeleri Araþtýrma Komisyonu’nda darbeler hakkýndaki görüþü sorulan bir eski Genelkurmay Baþkaný, -birkaç ay önce ölen Siyahdayý mýydý, ismi, her ne idiyse- Adnan Menderes’in, Ezan okunmasýna izin vermesinin, devrilmesi için tek baþýna yeterli sebep olduðunu söylemiþti.
Bu vesileyle belirtelim..
M. Kemâl, Mayýs-1919’da Padiþah Vahdeddin’in verdiði geniþ yetkilerle Anadolu’ya Ordu Müfettiþi sýfatýyla gönderilmesinin üzerinden ancak 8 yýl sonra 1927’de dönmüþtü, Ýstanbul’a..
Bu arada köprülerin altýndan çoook sular akmýþ, Osmanlý’nýn saltanat rejimi sona erdirilmiþ ve bir fiilî saltanat ve Þeflik düzeni kurulmuþ ve dâraðaçlarý kurularak, nelerin nasýl yapýlacaðý gösterilmiþti..
Ýstanbul’a geliþinde, Haydarpaþa’dan bir motora binip, karþýya, Ýstanbul yakasýna geçecektir. Sahil boylarýnda yüzbinler tarafýndan, - latin alfabesi de yoktur henüz, sonradan kendisine aldýðý soyadý da yoktur- ‘Gazi Paþa Çok Yaþa!’ flamalarýyla coþkun þekilde karþýlanmaktadýr.
M. Kemal’in yanýnda, Hamdullah Subhî (Tanrýöver) de vardýr ve ‘Halkýn coþkun tezahürât ve istikbalinden dolayý heyecanlý mýsýnýz Paþam?’ der..
Cevap ilginçtir: ‘Hamdullah Subhî, bugün bizi burada coþkun þekilde karþýlayanlar yarýn biz dâraðacýna götürülecek olsak, bize karþý da yine ayný coþkuyla hareket ederler..’
Evet, halk kitlelerinin duygu ve tarafdarlýklarýnýn þekilleniþine çok da güvenmemek gerek..
Bunlarý niçin mi anlatýyorum?
Nikol Paþinyan 2 yýl kadar önce, sokak gösterilerini organize ederek iktidara gelirken, bugünlere varabileceðini tahmin edemezdi elbette..
Ama, bugünlerde kellesini kurtarabilirse ne alâ..
Zaman, bazan büyük sürprizler çýkarýr, siyasetçinin karþýsýna..
Her insan ve hele de siyasetçi, en aðýr düþmanlýklarý baþtan göze almalý ve doðru olduðuna inandýðý yolda, tek baþýna da kalsa, yolundan dönmeden yürümek kararlýlýðýnda olmalýdýr.
Paþinyan bu yolda nasýl âkýbetle karþýlaþacaktýr, yaþayanlar görür..
Ama, üzerinde asýl durulmasý gerekli konu, Ermenistan’ýn tam da yenilmek üzere olduðu bir sýrada, Rusya’nýn onun imdadýna yetiþmesidir. Bu basit bir stratejik himaye deðildir. Ýnanç temelli bir himayedir. Hele de bu çað, ‘Religio-politik’/ inanç-din merkezli bir siyaset’ çaðýdýr.
Evet, Rusya, Azerbaycan’ýn son darbeyi indirmesine izin vermedi ve Amerika’daki seçim sonuçlarýnýn muðlaklýðýný fýrsat bilerek, Kafkaslar’daki asýl oyun kurucunun kendisi olduðunu ortaya koydu.
Elbette, Türkiye de önemli bir oyuncudur bu sahnede artýk..
Ancak, bu konuda bazýlarýnýn, ‘panturanist’ hayallere kapýlarak yazdýklarý makalelerin, kuzeyde Rusya’yý da, güneydeki Ýran’ý da rahatsýz edeceði unutulmamalýdýr.
Etnik beraberlik hayalleri yerine, bu çaðda da bir ‘religio-politik’ (din-inanç merkezli) bir dünyada olduðumuzu son geliþmeler bize bir daha öðretmiþ olmalýdýr.