Çözüm hattında olağan şüphelilere ve fantezilere dikkat

Hükümet, Türkiye’yi terör belasından kurtarmak için çok yönlü bir strateji uyguluyor. Bunun en önemli ayağını da, nihai olarak ‘silah bıraktırma’yı amaçlayan İmralı görüşmeleri oluşturuyor.

Bir kere bu süreç, son derece hassas bir denge üzerinde oturuyor. Türkiye’nin büyümesini ve bölgesel bir güç olmasını istemeyen iç ve dış dinamikler her an süreci sabote edebilirler. Öncelikle; Türkiye’nin iradesi dışında olabilecek bu tür provokasyonlara karşı azami dikkat gerekiyor.

Mesela, önceki gece Öcalan’ın sağ kolu olarak bilinen ve ‘çözüm’ sürecini destekleyen Sakine Cansız’ın Paris’te öldürülmesi, çözüm hattında olabileceklerin önemli bir işareti gibi gözüküyor. Bu konuda, elbette kesin şeyler söylemek zor ama, bir kere İran ve İsrail dahil olmak üzere Türkiye’nin önünün açılmasından hiç de mutlu olmayacak olan iç ve dış dinamikler bağlamındaki ‘olağan şüphelilerin’ üzerine bir soru işareti koymakta yarar var.

Çözüm hattını dinamitleme istidadı taşıyan bir başka tehlikeli tutum ise, toplumsal hassasiyetleri zehirleyecek söylem ve eylemlerdir.

***

Son günlerde medyada üretilen ‘yol haritalarında’ ve özellikle BDP çevrelerince dillendirilen “ev hapsi” ve “genel af” fantezileri, süreci zehirlemekten başka bir işe yaramayacaktır.

“Fantezi” ifadesini bilerek kullanıyorum. Çünkü, toplumsal desteği arkasına almayan bir ‘çözüm’ sürecinin sağlıklı yürümesi mümkün değildir. Henüz acıların yaşandığı bir topluma, sanki görüşmelerin tek hedefi ‘ev hapsi’ymiş gibi bir algı dayatmasında bulunmak, bu ülkeye yapılabilecek en büyük kötülüktür.

Ayrıca da bu doğru değil. Herkes anlamalı ki, devlet şu anda İmralı ile ‘silah bıraktırma’ görüşmeleri yapıyor, bunun dışındaki her şey bir fanteziden ibarettir. Aceleci davranıp, Türkiye’nin yakaladığı bu fırsatı heba etmeye kimsenin hakkı yok. Unutmayalım ki, somut adımlar atılıp sonuçlar alındıkça ve toplumun gönül rızası ortaya çıktıkça bazı şeyler daha rahat konuşulur hale gelecektir.

Nitekim, Başbakan Tayyip Erdoğan bu tür spekülasyonlara karşı tavrını çok net bir şekilde ortaya koydu: “4. Yargı paketi kapsamında teröre bulaşmış olanları bağışlayan bir genel af yok, İmralı için ev hapsi asla söz konusu değil.”

 

***

Şunu bilelim ki, daha işin başındayız. Bir kere, herkesin ajandasındaki önkabulleri bir tarafa bırakıp sürece inanması gerekiyor. Özellikle de BDP’nin daha dikkatli bir dil kullanması gerekiyor. Bu bağlamda, Selahattin Demirtaş’ın BDP grubunda yaptığı konuşmadaki şu ifadeleri tam bir talihsizlik olmuştur: “İmralı’daki görüşmede tarafımıza iletilmiş, KCK’ye iletilmiş ya da halka iletilmiş bir yol haritası yoktur. Her şeyden önce taraflardan biri olan KCK’nin sürece dahil edilmesi gerekiyor.”

Bugüne kadar, ‘tek muhatap İmralı’ diyen BDP’nin, şimdi birdenbire ağız değiştirerek Kandil’i işaret eden bir üslupla KCK’nın sürece dahil edilmesini istemesi, maalesef çözüme katkı sağlayacak bir yaklaşım değildir.

Belki de bu konuda, İmralı’da Öcalan’la görüşen Ahmet Türk’ün makul ve sağduyulu değerlendirmelerine daha fazla itibar etmemiz gerekiyor. “Silah bırakma konusunda son sözü söyleyecek olan Öcalan’dır” diyen Türk, Öcalan’ın uzlaşmacı bir sürece gelindiğinde zaten silaha gerek kalmadığını söylediğini anlatıyor.

Süreci zehirlemeye dönük bütün olumsuz yaklaşımlara rağmen, Türkiye’nin önündeki bu umudun muhafaza edilmesi çok hayati bir önem taşıyor. Şimdi yapılması gereken, bütün siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarının hariçten gazel okumayı bırakıp, siyasi iktidarın çözüm adımlarına katkı sağlamasıdır. Bunun da yolu bellidir.