Çözüm süreci gitti de geri mi geldi?

Niyetim “Allah’a küfredenle şeriat düzeni kurmak isteyen aynı parkta istediğini söylesin” cümlesinin sapını samanını ayırmaktı ama eleştirmek maksadıyla olsa da bu Gezi Ruhu zehirlenmesinin kuyruğuna takılmanın memlekete hayrının olmayacağına karar verdim. Bu cümlenin sadır olduğu psikologun küfretmeyi fikir özgürlüğü saymasını, baktığı ağır vakaların yol açtığı mesleki dejenerasyon olarak değerlendirip kendi haline bırakmak galiba en doğrusu. Yoksa “Allah’a küfretmek”le “şeriat istemeyi” aynı tartıya çıkarmak mümkün olabilir mi? Psikolog İskender Savaşır’ı meslektaşlarına bırakıyorum ve BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’ın “gitti geldi” dediği çözüm sürecine dönmek istiyorum.

Gerçekten gitti geldi mi yoksa kimileri gitsin ve bir daha gelmesin mi, istedi?

PKK çözüm sürecinde bugüne kadar üzerine düşenleri yapmaya çalıştı. Çekilme süreci öngörülenden de hızlı şekilde yol aldı, handiyse tamamlanmak üzere. Bu arada BDP’nin tabanına ayarlı siyaset yapmasına da çok gerek yoktu. Çünkü Nevruz’da bütün Türkiye gördü, Kürt halkı barışı herkesten çok istiyor, hele “sahil Türklerinden” kat be kat çok istiyor.

Hükümet’in işi ise daha zordu, çünkü hitap ettiği kitle içinde “ikna olması gereken”, “ikna olması zor”, hatta “ikna olmayacağı baştan belli” kesimler vardı.

Mart’tan bu yana şehit cenazesinin gelmemesi Türkiye kamuoyunda çözüme desteği ciddi anlamda yükseltti. Dün Başbakan’a raporlarını sunmak üzere toplanan Akil İnsanlar Heyeti’ni bu konudaki çabalarından dolayı tebrik etmek gerek. Çalışmalarını sabote etmek için seferber olan ADD, TGB, İP, CHP koalisyonuna (ki Gezi’nin de zinde güçleriydiler) rağmen olabildiğince çok insanla yüz yüze görüşerek onların kaygılarını dinlediler, endişelerini giderdiler.

Çözümün ikinci düzlüğü

Geldik çözüm sürecinin ikinci aşamasına...

En genel ifadesiyle yapılaması gereken yasal zeminde yeni bir demokratikleşme paketinin yürürlüğe girmesi. BDP’nin 100 maddelik bir listeyi Adalet Bakanlığı’na sunduğu biliniyor. Üzerinde çalışılan başlıklardan ne kadarında mutabık kalındı şimdilik meçhul ama Bakanlar Kurulu’na gelen düzenleme bazı BDP’lileri tatmin etmemiş olsa da sürecin asıl aktörleri açısından bir düzlüğe çıkıldığı ortada. 

 

Adaya gidecek heyetin belirlenmesinde ortaya çıkan pürüzler ise tam da heyete basit bir postacı gözüyle bakılmadığıyla ilgili. Pek tabii BDP’nin önerdiği listeye hükümetin itirazı olabilir. Nitekim dört kişilik listeden ikisine evet ikisine de hayır demiştir. Yani ben burada da ben bilirimci değil istişareye açık bir tavır vardır.

Anadilde eğitim hayaldi!

Demirtaş Gezi eylemleri bağlamında sürecin gidip geri geldiğini söylüyor. Gezi’nin çözüm sürecini hedef alan bir yönü vardıysa bence bu hükümetin değil başka aktörlerin muradıydı. Bu yüzden gidip geri gelmesinden çok Gezi’ye rağmen çözümden yana irade beyanından söz etmek daha isabetli olur. Sürecin selameti ve iyi niyetin beyanı açısından kuşkusuz üslup da çok önemlidir.

Bu konuda Başbakan’a yüklenenler şunu görmeli; bugün artık anadilde eğitime ikna olmuş bir Türkiye kamuoyu var. Devlet okullarında Kürtçe seçmeli ders olsun ama Kürtçe eğitim veren özel okullar da olabilsin aşamasına gelindi. Özel okulların sayısının artacağı ve yeni reformlarla devlet destekli bir modele evrileceği düşünülünce gayet “olur” bir yöntem bu. Böyle bir vasat karşısında “Başbakan torunlarını mı gönderecek o okula” demek ise bağcı dövmek bile değil.

BDP’nin çok gerisinde bir üslup bu.