Çözüm süreci, Kobani, soydaşlık, Anayasa

Ne uluslararası ilişkiler ne Ortadoğu ne de Türkiye-Arap dünyası ilişkileri uzmanıyım. 

Bu konularda söyleyebilecek ilginç sözlerimin olduğu kanısında hiç değilim ama sosyal bilimlerin bir dalında çalışıyor iseniz meselelere bakışta belirli bir disiplin sahibi de oluyorsunuz ve bu disiplin bazı ifadelerin, düzenlemelerin kulağınızı tırmalamasına neden olabiliyor.

Kobani sınırımızın dibinde bir kasaba, orada insanlar, soydaşlarımız yaşıyor, Türkiye’nin de ne pahasına olursa olsun orada yaşanacak bir faciayı engellemesi şart.

HDP sözcüleri bu noktada çok haklılar, Kobani’de yaşanacak, yaşanabilecek bir katliam bir gerekçe ile engellenemez, durdurulamaz ise kürt tarafının çözüm sürecinde Türkiye yönetimine güveni kaybolabilir, hatta kaybolur.

Türkiye’de işler 2011 sonrası eskisi kadar parlak gitmiyor, en azından çok çok daha iyi gitme tarihsel büyük potansiyeli vardı, bu dönemde yaşanan en olumlu, en parlak gelişme hiç kuşkusuz çözüm sürecinde alınan mesafe, bugün itibariyle sürecin neresindeyiz bilemiyorum ama hiçbir şey olmamış bile olsa, yaklaşık bir buçuk senedir şehit cenazeleri adeta sıfırlandı, kürt gençlerimizden de ölen olmuyor, bu başarı 2011 sonrasının en büyük başarısı.

Türkiye yönetiminin, devletinin bu gelişmeyi mutlaka sonuna kadar götürmesi çocuklarımıza, torunlarımıza bir borcumuz.

Bu alanda da devletin inandırıcılık, samimiyet konularında yeni adımlar atması gerekiyor.

80 milyona yaklaşan nüfusumuzun önemli bir çoğunluğu türk kökenli vatardaşlar ise, yaklaşık on milyon da kürt kökenli vatandaşımız var.

Ermenileri, rumları, arapları, çerkezleri, boşnakları vs. belirtmiyorum.

Anayasal vatandaşlık demek bu kökenlerin hiç birinin hukuk alanında öne çıkmaması, kendi kökenini vatandaşlık esası olarak dayatmaması demek.

Dönem dönem devlet büyükleri türkmenlerden, Kıbrıs türklerinden, Bulgaristan türklerinden söz ederlerken “soydaşlarımız” ifadesini kullanıyorlar, doğrudur, bu insanlar en azından elli milyon türk kökenli Türkiye cumhuriyeti vatandaşının köken kardeşi, soydaşı olabilirler.

Ama aynı doğru mantıkla en azından yaklaşık on milyon kürt kökenli vatandaşımızın da Kobani kürtleri köken kardeşidir, aynı ana dilini konuşmaktadırlar.

Bu sıradan ama doğru rabıta hem siyaseten hem de ahlaki olarak devlet büyüklerimizi Türkiye dışında yaşayan, vatandaşımız olmayan kürtleri de soydaşımız olarak görme mecburiyetinde bırakır.

Muhtemelen en iyi çözüm meselelere soydaşlık ya da din kardeşliği temelinde değil de insan olma temelinde yaklaşmaktır ama siyasetçilerimiz bu “soydaş”, ‘din kardeşi” kelimelerini  çok benimsediler, bence hiç mahsuru yok, her türlü vatandaşımızın köken kardeşi, din kardeşi için kullanılabildiği müddetçe.

Genelkurmay Başkanımızın Süleyman Şah Türbesi için verdiği güvence doğrudur, orası hem hukuken TC toprağıdır hem de bizim askerimiz görev yapmaktadır ama Kobani’de yaşanabilecek muhtemel bir facia da en azından muhtemel türbe faciası kadar bizim için önemli olmalıdır.   

Çözüm sürecinde bir sıkışma var mı, yok mu bilemiyorum ama ortak ve insani akıl mutlaka devreye girmeli ve bu süreci tamamlamaya destek vermeli.

Köşe yazarları, üstelik üniversite ile ilişkili köşe yazarları sadece yorum yapma ve bilgi verme ile sınırlı olmamalı, yapılabilir ama siyaseten sıkıntılı çözüm yolları da önermeli.

Şayet çözüm sürecinde bir sıkışma varsa, Kobani meselesi ve bölgedeki başka gelişmeler süreci zorluyor ise TBMM ve siyasi iktidar anayasal sürprizler geliştirebilmeli.

2015 seçimleri beklenmeden TBMM gerekli girişimleri AK Parti önderliğinde yapıp Anayasa’dan 66. Maddeyi (her vatandaş türktür) çıkarsa, sadece “vatandaşlık kanunla düzenlenir” gibi bir ifadeyi korusa bir taşla çok sayıda kuşa ulaşabiliriz.

Anayasamızın ırkçı bir maddesinden kurtuluruz, devlet büyük bir samimiyet sınavından yüzü ak çıkar, iç barışa büyük bir katkı sağlamış oluruz, vs.

Bu iş için yeni anayasayı beklemeden adım atmanın, sonuç almanın getirileri çok büyük olabilir.

TBMM’den, siyasi iktidardan çok şey mi bekliyorum acaba?