Çözüm süreci ve Anayasanın 7. Maddesi

Dünkü (Pazartesi, 1 Eylül) yazımda kürt meselesinin ya da çözüm sürecinin olmaz ise olmazları diye nitelediğim iki temel anayasal durumu ele almaya çalışmış idim.

Birinci kurumsal durum ya da yanlışlık Anayasamızda ifadesini bulan vatandaşlık anlayışı, zihniyetidir.

İkinci çok temel bir sorun da Anayasanın yedinci maddesinde ifadesini bulan bir vergileme problemidir.

Bu satırların yazarı sıcak siyasetten anladığını iddia edemez, İmralı’ya yapılan ziyaretler, Öcalan ile girilen müzakere süreci ne gibi sonuçlar verebilir, bu konuda görüş belirtemem ama çok iyi bildiğim konu Anayasanın 7. ve 66. Maddelerinde ifadesini bulan yaklaşımlar geçerli olduğu sürece çözüm sürecinin mutlaka ve kaçınılmaz olarak aksayacağıdır.

Gelelim Anayasanın 7. Maddesinin daha etkin, daha çağdaş bir idari yapının, adem-i merkeziyetçi bir idari yönetim biçiminin önüne koyacağı takozlara.

Anayasanın yedinci maddesini, en kısa ama çok önemli bir maddesi Anayasanın, aşağıya olduğu gibi aktarıyorum:

“Yasama yetkisi, Türk milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.”

Bu maddenin açık anlamı TBMM dışında hiç bir merciinin yasama yetkisi kullanamayacağı yani kanun çıkaramayacağıdır.

Maddenin ikinci cümlesi de bu yetkinin devredilemeyeceğini belirtiyor.

Bu madde çok doğal gibi gelebilir herkese ama bazı açılardan sıkıntılı.

Anayasanın bir de, ilk bakışta konu ile alakasız gibi duran, 73. Maddesi var.

Vergi ödevi üst başlıklı maddenin üçüncü paragrafında şöyle yazıyor:

“Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır.”

Maliyeciler bu ifadeye “verginin kanuniliği” adını veriyorlar, çok doğru bir paragraf.

73. Maddede hiç katılmadığım başka ifadeler de var ama bu konuya bugün girmeyeceğim, ancak “verginin kanuniliği ya da yasallığı” ilkesi (Madde 73, üçüncü paargraf) demokrasi tarihinin en eski, en doğru ifadelerinden biri, tartışılacak bir yanı yok, vergiler, demokratik düzenlerde, ancak halkın temsilcileri tarafından konabiliyor.

Ancak, söz konusu verginin yasallığı ilkesi ile yedinci maddedeki TBMM’nin yasama tekeli kavramlarını yan yana koyduğunuzda ortaya çıkan manzara yerel vergilerin, belediye vergilerinin dahi konu, matrah ve oranlarının yerel seçilmişler tarafından tespit edilemeyeceğini gösteriyor.

Kürt meselesinin ya da çözüm sürecinin en önemli ayaklarından biri de yerel yönetimlerin demokratik bir çerçeve içinde güçlendirilmesi meselesi.

Yerel vergileri, belediye vergilerini dahi saptayamayan bir güçlü, demokratik yerel yönetim tarzından bahsetmek mümkün müdür?

Bugün, örneğin emlak vergisi bir yerel vergi gibi algılanıyor, belediyeler bu verginin tahsildarlığını, kasadarlığını yapıyorlar ancak ama hiç bir seçilmiş yerel meclis bu emlak vergisinin matrah ve oranını belirlemeye yetkili değil zira bu konuda Ankara’nın (TBMM) tekeli var.

Kürt meselesinin çözüm sürecinde her şey konuşuluyor ama nedense yerel yönetimlerin demokratikleşmesi yani güçlendirilmesi çerçevesinde kimse yerel seçilmişlerin, mesela bir yerel vergi söz konusu olduğunda, yasama yetkisini kullanabilme hakkından bahsetmiyor.

Yerel meclislerin yerel vergi salabilme hakkı ile federatif bir yapı kavramını illaki beraber de düşünmek gerekmiyor.

Yedinci maddenin son cümlesi yani “Bu yetki devredilemez” ifadesi Anayasadan, sadece yerel vergilere ilişkin olarak, çıkarılır, yerel vergiler konusu yerel seçilmiş organlara devredilir.

Mesele sorun çıkarmak değil de sorun çözmek ise mutlaka bir yöntem bulunabilir.