Çözüm süreci ve ‘nabız yoklamaları’

Bu hafta çokça ‘nabız yazısı’ okudum. Yolum şu sıralar Diyarbakır’a düşmediğinden benimkisi bir nabız tutma yazısı değil, belki bir nebze tutulan nabızlara dair... Söz konusu Başbakan’ın tanımlamasıyla “çözüm süreci” olunca mekan da Diyarbakır; şu nabız tutma eylemi körlerin fil tarifine benziyor. Aynı ciğercide bir masadan ötekine değişiyor nabız sayımı. Hasanpaşa Hanı’ında Mustafa Usta’nın kahvaltıcısında başka atıyor nabız da söz misali Selim Usta’nınkinde başka...

İnsan ister istemez duralıyor, nabız ölçenden gayri bütün değişkenlerin sabit olduğu bir iklimde nabız sayımı bu kadar farklı olur mu? Olur işte. Kafasında “Yok yok! Bölgenin bu barış sürecine kafası çok da yatmadı” inancıyla ciğerini yiyenin, üzerine çayını yudumlayanın izlenimi ona göre oluyor. Hele bir de Sur içinden Ofis’e bir taksi şoförüyle muhabbet ederek geçmişse artık orada nabızlar tutulmuyor, bol keseden atılıyor! “Bir meşrutiyet sevinci vardı sokaklarda” diyesi gelen de ona göre tutuyor nabzı. Anlayacağınız kimi fili geniş bir kaide olarak tarif ediyor kimi ise uzun bir hortum...

Hata en başta, “çözüm süreci” dediğimiz şeyin Kürt sorununun çözümü olarak lanse edilmesinde. Bir kere süreçleri birbirine karıştırmamak gerek. Son zamanlarda Bandırma-İmralı seferlerindeki artış “Nasıl edelim, ne edelim de Kürt sorununu çözelim”le ilgili değil. İşin o kısmı zaten başlamış; düşe kalka, eksik gedik devam ediyor, daha da alacak yolu olan bir süreç... Ada’ya gidecekler listesine ad yazdırmaya çalışanlar, ada sahillerinde bayramlıklarıyla seğirten vekiller, MİT yetkilileri, varlığı malum mahiyeti sır mektuplar, Öcalan’ın -Allah ömür versin- liderliğinin jübilesini yaptığı bu hamle, Kürt değil terör sorunuyla ilgilidir. Bu yoğun trafik PKK’ya silahtan el çektirmek için, PKK’yı ülke dışına çıkarmak içindir.

‘Kazan kazan’ formülü mü?

İş orada da bitmeyecek, silahları PKK nereye, kime teslim edecek? Sonra onca insan ne iş görecek, hayatları nasıl normalleştirilecek? Ve hatta -senin vatandaşını (eski teröristini) başka ülke ne yapsın- yeniden ülkeye nasıl kazandırılacaklar, ilk iş olarak ülke dışına çıkan ve silah bırakan PKK’lılar, vs. vs... Neredeyse gelin kızın alışverişi telaşını andıran bu koşuşturmalı süreç işte bunun içindir. Bu yüzden de “bölge tedirgin, devlete güvenmiyor, yine kandırılmaktan korkuyor” türü analiz süsü verilmiş nabız tahlillerinden en fazla ritim bozukluğu teşhisi çıkar. Ki bu teşhis de bölge için değil, nabız tutanlar için doğrudur.

Hele silahların gölgesi düşmez olsun memleketin sokaklarına, o vakit istediğimiz kadar nabız tutalım. Kürtçe ile ilgili ilave ne istiyorsa sokak, nabız tutanlara söyleyiverir. Ya da derki; yerel yönetimlerin güçlendirilmesi kesmiyor bizi, idari yapının yerinde yönetim şeklinde yeniden yapılandırılmasını istiyoruz, hatta federasyon falan filan...

Bugüne kadar PKK korkusuyla konuşamayanlar da konuşabilir, bakar görürüz ne diyorlar, ne istiyorlar... Kürt siyaseti de PKK vesayetinden kurtulmuş olur, öyle değil mi? Hem sorunun çözümünde çıtayı Öcalan’ın diktiği yerin çok üzerine diken siyasi söylemler olduğu da malum...

Bir de “AK Parti neden çözüm için düğmeye bastı” sorusuna verilen cevaplar var, bir kuple de onlardan okuyayım: “Güneydoğu’da oyları erimeye başladı da ondan. Hizbullah partileşti, bundan sonra AK Parti’nin Güneydoğu’da işi daha zor. AK Parti başkanlık sistemine geçmek istiyor fakat BDP’den başka yeşil ışık yakan yok.”

 

PKK Türkiye’nin başına bela olmaktan çıksın da varsın sebebi AK Parti’nin kendi ikbal arayışı olsun. Türkiye kazanacaksa varsın AK Parti de kazansın. AK Parti’nin mottosu da kazan kazan değil mi zaten!