Türkiye’nin bugün bir ucundan yakalayıp çözmeye gayret ettiği sorun, kördüğüm olmuş devasa bir yumak aslında. Bütün karmaşasına rağmen yumağın üç ucu var.
1) PKK’yı ortaya çıkaran ve kitleselleşmesine, derinleşmesine neden olan koşullar. (Kürt sorunu diyebileceğimiz koşulların düğümleri demokratikleşme, inkâr ve asimilasyonun terki, OHAL’in kaldırılması, bölgeye yapılan yatırımlar, Kürtçe öğrenim imkanı, TRT Şeş gibi açılım politikalarıyla, çözülmediyse de epey gevşedi).
2) PKK’nın kurumsal ve sosyolojik varlığının silah bırakma stratejisine uyum sağlayabilmesi, kapladığı ekonomik alanın tasfiyesi. (Örgüt başından beri ismen, fikren ve cismen sürekli dönüşüyor. Bağımsızlıktan federalizme, otonomiden demokratik özerklik fikrine geçti. Şimdi de Türkiye bütünlüğü içinde demokratik cumhuriyet hedefine adapte olması o kadar zor olmayacaktır. Ama silah ve uyuşturucu rantından beslenenlere rağmen bu kirli kaynakların kurutulması da kolay olmayacaktır.)
3) PKK’nın silah bıraktıktan sonra Türkiye toplumuna nasıl entegre olacağı. (Dağdan dönecekler için Hükümet, genel af olmayacak diyor. Bu, işin bir boyutu, diğer ve zor bir boyutu ise dağda yaşamak ve savaşmak dışında yaşam pratiği olmayanların silaha, silahın belirlediği hiyerarşik düzene yaslanmadan, normal vatandaşlığa alışmaları ve toplum genelinin bunu kabullenmesi. İşin belki de en zor aşaması burası. İnsanların adalet duygusunu incitmeyecek, sabırla ve anlayışla yürütülecek, uzun soluklu bir rehabilitasyon projesi gerekiyor ki yeni yaralar açılmasın, derde deva olunsun).
İşin teknik yanları tarafların mutabık kalmasıyla görece daha kolay halledilse de asıl zor ve zorlayıcı olan toplumsal boyut. Mesele insan tekinde ve insanlarda bitiyor çünkü. Sosyal bilimler bize toplumların müdahalelerle, dışsal etkilerle değil kendi doğal devinimleri ve kendi zamanlarıyla bir halden bir hale geçtiğini söylüyor.
Perde Arkası unutulmasın!
Bu nedenle de zihni, bilinçaltı Ertürk Yöndem tarzı kirli bilgilerle doldurulmuş, gözünde Kürtler teröriste, Kürt meselesi terör meselesine indirgenmiş bir kamuoyu olduğu da unutulmasın. Kahir ekseriyet sağduyusunu korumayı başarmış olsa da, hem “Perde Arkası” mağdurları, hem bağrı yanmış şehit aileleri mutlaka hesaba katılmalı. Asırlık acıların, üst üste binen travmaların ve PKK’nın yürüttüğü düşmanlık politikasının Kürtler üzerinde biriktirdiği husumet duygusu da, hakeza. Adaptasyon için zamana ve ihtimama gerek var yani.
Helalleşmek şifadır
Allah’tan bunların tortusu iki tarafta da kemikleşmiş değil. Biraz kazıdığınızda altından Kürtlerle Türklerin asırlar süren kader birliği çıkıyor, din kardeşliği, hısımlığı çıkıyor, kolektif hafıza ve güzel hatıralar çıkıyor. 40 bin genç insanın kaybına, acılara, ağır travmalara rağmen Türkiye’yi bir arada tutan da bu zaten. Yeni süreçte işi kolaylaştıracak olan da bu.
Bir de şu var tabi işi zorlaştıran: Muhalefet partileri, Türkiye’nin en zor, en acil ve ölümcül meselesi çözülürken müspet katkı vermek yerine süreci gündelik siyasete meze etmekte. Anlaşılan o ki Türkiye göbeğini onlar olmadan kesecek, ama kesecek.
Ezcümle; acı ve ölü yarıştırmanın kimseye faydası yok, bilakis herkesin bir diğerinin yarasına merhem olmaya, hadisenin bütününü kavramaya ve helalleşmeye ihtiyacı var. O yüzden de karşılıklı endişelerin giderilmesi için küçük jestlere, iyi dileklere, en çok da duaya ihtiyaç var.
Öte yandan, Kürt ya da Türk olmanın üstünlük sebebi değil basit bir realite olduğu unutulmamalı ama Kürtlerin Kürtlüğünü rahatça ifade etme süreci yaşanırken Türklerin de Türk olduğunu söylemesi karşıt bir sorun gibi algılanmamalı, normalleştirilebilmeli. Aksi halde şoven milliyetçilerle Kemalistlerin ajite edebilecekleri verimli bir hassasiyet alanı oluşuyor burada -ki aman ha! Zira ölümlerden beslenen ve bunca zaman hepimizin başını yakan ölü sevicilerin arayıp da bulamadığı hayat öpücüğü olur bu...