Çözüm süreci ve Sevad-ı Azam

Türkiye’de alışkanlıkların kolayca değişmediğini ya da bu değişimden rahatsız olan odakların hızla yeniden güç/mevzi kazandıklarını sıkça görüyoruz.

Son yıllarda yaşanan muazzam değişimi, ne ideolojik kalıplarla, ne de geçmişin algılarıyla kavramak mümkün. Hatta şunu söylemek daha doğru olur. Değişimin belki de en zor yanı, bu kalıpları kırabilmek ve onların yerine yeni bir zihin dünyası inşa edebilmek.

Türkiye’nin Soğuk Savaş uykusundan uyanması bir hayli zaman aldı. Bu coğrafyanın değerleriyle barışık ve gelecek tasavvurunu gönlünde yaşatan istisnaları saymazsak, siyasetten bürokrasiye entelektüel hayattan ekonomiye kadar hemen her yerde bu uykunun izleri hala var.

Hatırlayanlar olacaktır; Milli İstihbarat Teşkilatı’nın Soğuk Savaş döneminden çıkışla ilgili yayınladığı kısa analiz, bir anda şaşkınlık uyandırmış, hatta pek çok çevrede ‘Başımıza neler gelecek’ kaygısı uyandırmıştı. Şimdi geriye dönüp o metne baktığımızda dudak bükmek mümkün. Ancak o dönemin şartlarında ve bürokrasinin ağır baskısı altında söz konusu analizin yapılabilmesi hayli şaşırtıcıydı.

***

Bugün Suriye’de yaşananlara, basit bir çatışma gözüyle bakanlar, dün de Irak’ta olup biteni, sınır ötesinde bizi rahatsız eden bir güvenlik sorunu olarak algılıyordu.

Başka bir başlık üzerinden bakarsak, PKK ve terör üzerinden ortaya çıkan sorunları da aynı bakış açısı ve çözüm paketiyle ele alan alışkanlıklar vardı. Bunların ülkeye, hatta coğrafyaya maliyeti hayli ağır oldu. Kürt sorunu başlığı bile olup biteni açıklamaya yetmezken, kafasını kuma gömerek olup biteni güvenlik parantezine sıkıştırmaya çabalayanlar, bugün gelinen süreci ve çözümle ilgili çabaları da anlamakta zorlanıyor elbette.

Siyasetin kendine özgü bir dili var. O nedenle siyasi partilerden gelen her açıklamayı siyasetin gerçek gündemi olarak anlamak yanıltıcı olabilir. Ancak son derece tarihi bir sürecin, etnik yahut ideolojik yaklaşımlara kurban edilmesi, söylemlerin bu çerçeveye oturtulması, çözümle ilgili çabaların bir kalemde silinip atılması ciddi bir talihsizlik.

Ne yazık ki siyasetin dili, önemli ölçüde milletin ufkunun çok gerisinde. Bazı siyasi partilerin gündemini oluşturan ‘Niçin iktidar değiliz’ sorusunun cevabını buralarda aramak herhalde daha doğru bir yaklaşım olur.

***

Yeri gelmişken, bunca kışkırtmaya, yönlendirmeye ve akıllara durgunluk verecek bir propaganda faaliyetine rağmen, milletimizin çözüm sürecine verdiği desteği, herhalde bambaşka bir övgüyle anmak gerekiyor.

Geçmişin alışkanlıkları, siyasetin, örgütlerin ya da sahadaki hemen tüm aktörlerin elini sık sık zayıflatırken, milletin bu ciddi yürüyüşü desteklemesi, üstelik bunu büyük fedakarlıklarla ve ısrarla devam ettirmesi muazzam bir sağduyunun ifadesi.

Kafaların kolayca karıştığı dönemlerde, kimin ne yaptığının anlaşılmadığı günlerde yapılacak en güzel iş, milletin baktığı yere bakmaktır. Eskilerin deyimiyle ‘Sevad-ı Azam’dır doğruyu gösteren.

Her bakış açısı, gelecek tasavvuru olan her düşünce ve eleştiri bu dönemi aşabilmemiz için kuşkusuz değerli. Ancak geçmişin konforunu, iktidarını, güç odaklarını yeniden hayata geçirmenin yollarını arayanların ne söylediğine itibar etmek, herhalde akla ziyan bir yaklaşım olur.

Çözüm, kendi başına sihirli bir sözcük değil, ama bunca darbeye rağmen çözüm umutlarını ayakta tutabiliyorsak, bunu borçlu olduğumuz asıl kaynak milletin sağduyusudur.