Diyarbakýr’dayýz. Çözüm Süreci baþlýklý çalýþtayý takip ediyoruz. Ýlginç bir üst baþlýðý var çalýþtayýn. ‘Yeni Türkiye’nin Açýlan Kilidi.’ Üç önemli bakan, Efkan Ala, Mehdi Eker ve Beþir Atalay hem cesur, hem de sürecin devamý yönünde kararlýlýk ifade eden konuþmalar yaptýlar.
Zor bir süreci yönetmeye çalýþýyor Türkiye. Adýna ister çözüm deyin, isterseniz müzakere. Hiç farketmez. Akýl istiyor, güç istiyor, sabýr ve hepsinden ötesi fedakarlýk istiyor bu süreç.
Hepimiz buna katký saðladýðýmýzý, yeterince sabýr gösterdiðimizi, hatta büyük fedakarlýklar gösterdiðimizi söyleyebiliriz. Gerçek bu olabilir. Ama bu gerçek bizi haklý kýlar mý? Dahasý bu gerçek kalýcý barýþý saðlamaya yeter mi? Ýþte orada biraz duralým.
Ýsteyen terör üzerinden, isteyen ayrýlýkçý Kürt hareketinin tarihini esas alarak ya da sorunun uluslararasý boyutlarýný, yakýn coðrafyamýzdaki karþýlýðýný hesaba katarak tabloya baksýn. Hepsi bize sorunun farklý boyutlarýný gösterebilir. Ama hiçbiri tek baþýna nasýl bir ortak gelecek projesiyle yola devam edeceðimizi bize söyleyemez.
Bir barýþ projesi, eðer sadece güvenliði saðlamak adýna þekillenmiþse orada ciddi bir sorun var demektir. Karýþtýrmayalým. Soruna sadece ‘güvenlik’ merkezli olarak yaklaþan eski ‘devlet aklý’ndan söz etmiyorum. Türkiye o günleri çoktan geride býraktý, iyi de yaptý.
Ama bu durum, çözüm konusunda sorumlu olanlarýn yükünü daha da artýrýyor. Dün, terör ve güvenlik refleksi üzerinden devam eden ve her adýmda sorunu daha da derinleþtiren yanlýþlar zincirini nasýl kýrdýysak, bugün de barýþýn önüne çýkarýlan yeni duvarlarý yýkmak için ayný kararlýlýðý göstermek zorundayýz.
***
Evet. Uzun zamandýr yürekleri parçalayan kayýplar yaþamýyoruz. Kimse bu noktaya nasýl gelindiðini ve neler yapýldýðýný asla küçümseyemez. Hele muhalefetin yaptýðý gibi bunu gündelik siyasetin malzemesi haline getiremez.
Ancak bundan fazlasýna ihtiyacýmýz var. Türkiye’nin böyle bir nefes almaya, sorunu oturup enine boyuna müzakere edecek bir zaman dilimine elbette ihtiyacý vardý ve bunu baþardý. Þimdi barýþý kalýcý hale getirmenin, yeni devlet aklýnýn cesur adýmlarýyla devam eden müzakerenin pratiðini oluþturmanýn zamaný. Aksi takdirde tüm yapýlanlar, geçici bir barýþý saðlayýp ötesine geçemeyen bir alana sýkýþýr. Bunca emeðe, sabra ve fedakarlýða da yazýk olur.
Müzakere süreci, birilerinin algýlatmaya çalýþtýðý gibi sýradan bir ‘pazarlýk’ ya da ‘al ver’ iliþkisi deðil. Sürekli olarak yenilenmesi gereken, dinamik ve bir o kadar da zor bir yolculuk. Karþýlaþýlacak zorluklarý olabildiðince doðru öngörmek, bunlarý doðru zamanda, doðru zeminde ve en önemlisi doðru muhataplarla konuþmak.
Nedense bu sorunu konuþanlarýn önemli bir bölümü, sanki yýllar yýlý iþin üzerine çöreklenmiþ ve çözüme dair sözü kalmamýþ isimlerden oluþuyor. Bunu aþmanýn vakti gelmedi mi sizce?
Yeri gelmiþken, tüm bu tartýþmalarý ve adýmlarý, sadece bir ‘proje’ soðukluðunda yürütmenin ne denli yanlýþ olduðunu da konuþalým.
Sadece bizim siyasi sýnýrlarýmýzda deðil, yakýn coðrafyamýzdaki tüm Kürtlerin kaderinin Türkiye ile bir ve bütün olduðunu defalarca yazdým. Bu, coðrafyanýn kaderi, bu hepimizin kaderi ve bunu saðlamak için öncelikle kalplerimize sinmiþ olan bazý hastalýklardan kurtulmamýz gerekiyor.
Nasýl olur da Allah’ýn insanlara verdiði ve sonra gücün ve iktidarlarýn insanlarýn elinden aldýðý haklarý, sanki bir lütufmuþ gibi vermek marifet sayýlýr. Kimseye fazladan bir hak vermiyoruz. Ýnsanlar elbette dillerini konuþup, yazýp, öðrenip, hallerini ifade edecekler. Çünkü bunlar, herkesin yaratýlýþtan sahip olduðu haklar.
Ýnsanlarýn gasp edilmiþ haklarýný onlara vermeyi lütuf saymak yerine, kalpten kalbe giden yollarý bulmak deðil mi bize yakýþan.