Çözüm sürecinde Edirnekapı Şehitliği

Sessiz, dingin, kederli, şehrin ortasında olduğu halde şehrin dışındaymış gibi, hem yakın hem çok uzak; Edirnekapı Şehitliği. Sanki burada başka büyük bir kapı var, çiçek kokusundan, ışıktan, rüzgardan, yağmur damlasından, özlemden yapılmış başka büyük bir kapı. Sadece içinde gezinenleriyle değil, orada yatanlarıyla da “sevenlerin bahçesi” Edirnekapı Şehitliği. Çok sevmişler ki, gencecik yaşlarında orada yatmaya karar verilmiş, Emir Hak’tan gelmiş, neylesinler?

Sabah namazının ardından bindiği otobüsle sessizce geliyor Ayşe Hanım her sabah bu şehitliğe. Elinde eczaneden aldığı ilaç torbası, içinde Yasin Cüzü, yakın gözlükleri, mendil, bir şişe su. Biraz su dökmeden oğlunun başındaki güle, okumaya başlamıyor. YasinVel Kuranilhakim...

“Ablası...” diye kuruyor şehit oğlu Mehmet ile ilgili olarak söyleyeceği her cümleyi. Bunu bilerek mi yapıyor emin değilim, ama hiç tanımadığım bir Şehidin “ablası” oluvermektir yüreğimi burakarak bu yazıyı yazmaya sevkeden güç.

Ablası... Mehmet beni duyuyor ve her sabah yanına geldiğimi biliyor, başına bu gülü diktik nenesiyle, çok seviniyor...” Oğlundan kalan son gömleği kimselere verememiş, kıyamamış. “Böyle koklardım, koklardım ağlardım önceleri” diyor. Sonra zamanla duyamaz olmuş oğlunun kokusunu, çok korkmuş, telaşlanmış.“Kokusunu kaybedersem, gerçekten kaybederim diye delirecek gibi oluyordum” diyor. Sonra Mehmet’in Nenesi gelinine demiş ki; “Gel Mehmet’in başucuna gül dikelim de kokusunu hiç yitirmeyelim...”

 

Oğlu gibi bağlanmış o gül ağacına. Gül mendille silinir mi? Anne olursan silersin işte... Hem de her sabah, gül ağacının yüzünü gözünü silmeden başlamazmış Allahümme Sallilere.

İkindi okunduğunda Allah affetsin içim daralıyor, yavruma veda edip gitme vakti çattığı için, ilk yıllar rüyama gelmezdi hiç, ateşin içinde yanar dururdum, sonra bir gün rüyamda çıktı, Anneciğim dedi, ne olur ağlama, merak etme, Peygamberimizin yanındayız burada, selavat getirdi, öyle güzeldi ki yüzü” diye konuşurken, sanki anlattığı bu rüyadan hiç uyanmadığını farkediyorum Ayşe Hanım’ın...

***

Onlar, sesini işitmediğimiz, şehrin içindeyken bile şehrin uzağında, hayatı artık bir rüya gibi yaşayan sessiz gölgeleri zamanın...

Çözüm süreci” dediğimiz şeyin içinde herhangi bir yerleri, kapladıkları bir alan, yönelttikleri herhangi bir sualleri var mı? Bilmiyoruz.

“Çözüm süreci”nin, sadece terör örgütüyle gerçekleşecek silah bırakma, güvenlik, emniyet ve hukuk bağlamında yürüyecek teknikten ibaret olduğunu düşünmüyorum. Teknik olarak yürütülmesi elbette büyük zorluklara göğüs gerecek önemli stratejileri gerektiriyor. Ama bu siyasi tekniklerden çok daha mühim olanı; bunu topluma, aslında kendimize nasıl anlatacağımız meselesi. Metanetli, merhametli bir dil adabı gerek.

Çözüm sürecinde kaç taraf var? Terör örgütüyle devlet arasında mı gerçekleşecek bu süreç yoksa toplumun her kesimiyle mi? Meseleyi “Kürt Sorunu” olarak çerçevelendirirsek, bu sorunun diğer ucunda kimler var, “Türk”ler mi, kimdir Türk’ler, devlet mi, yoksa Kürt olmayan diğerleri mi?

Çözüm süreci gazetecilerin lobisini yapmakta pek de heveskar olduğu barış aktivistlerine de terk edilecek bir mesele değil. Tek tek hepimiz bu meselenin tarafıyız çünkü.

Edirnekapı Şehitliği’nde Kuran okuyan annelerle de helalleşmek gerekiyor. Çok mu iddialı oldu helalleşmek sözü? Hiç olmazsa selamlaşmaya ne dersiniz. Birbirimizin yüzüne bakmaya, gözlerinin içindeki kederi, yası, hüznü görmeye cesaretimiz var mı?

Ya oğullları, dağa gitmiş de dönmemiş olan anneler? Onların da yüreği yanık. Oğullarının başında değil gül, diken bile bitmiyor. Her kesimden yas tutan annelerin gözlerindeki ağırlığı paylaşmadan, taziye hürmetini yerine getirmeden, göz yaşlarının içinden geçmeden, ıslanmadan, nereye kadar gidebiliriz ki?