Sizler bu yazıyı okurken biz Hakkari-Yüksekova’da olacağız inşallah. Tevafuk. Sevgili Peygamberimizin (sav) dünyayı teşrif zamanlarındaHakkari ve Van’daki kardeşlerimizle selamlaşıp konuşmak, halleşip hatırlaşmak varmış nasipte. Bunun bereketine canı gönülden inanıyorum.
Cenabı Allah “Rahmetim, gazabımı aştı” diyor kutsi hadislerden birinde. Son elçisine de “Alemlere Rahmet” olarak sesleniyor. Sevgili Peygamberimizin (sav) ümmeti de onu takiben “rahmet ümmeti” vasiyeti ile künyelenir bu minvalde. Merhamet ve kardeşlik gibi kavramlar ne yazık ki günümüzün çatışkıları esas alan dilinde ciddi bir kırılmayı yaşıyor. Ya içeriğinden ve bağlayıcılık gücünden yoksullaşmış bir duygu sömürüsü zannediliyor ya da herhangi bir sorumluluk ve hukuk bilincinden mahrum bir halde içi boşaltılıyor. Oysa merhamet ve kardeşlik, iyi niyet temennisinden ibaret değildir. Fertler arasındaki ilişkinin hukuken bağlayıcı kriterleridir bu kavramlar.
Çözüm Süreci adı verilen yürüyüşte Hz.Peygamberi (sav) yeniden hatırlamak, onun “iki ayağımın altındadır” dediği kan davasını sonlandırmak, onun anlattığı barış hukukunun gereğidir.
İnşallah “güzel ahlakı tamamlamak üzere” gönderildiğini söyleyen Fahrikainatın izinden gideriz, çölün altından kaynar Zemzem denizi.
***
Malatya’da 129, Elazığ’da 163 sivil toplum örgütüyle yaptığımız görüşmeler çok önemliydi. Evlere, sokaklara, dükkanlara, üniversitelere gittik. “Nuh’un Gemisi gibidir memleketimiz” dedi güleryüzlü bir amca Elazığ’da soluklandığımız bir kahvehanede. Hepimiz aynı geminin yolcularıyız. Kader birliğimiz, umudumuz var. Çocuklarımızın geleceği için gördüğümüz rüyalarımız var. Gittiğimiz şehirlerde Kanaat Önderlerini de ziyaret ediyoruz. Kah ellerini öpüp, kah dizimizi kırıp nasihatlerini, dualarını alıyoruz. Elazığ’da Şehit ve Gazi Ailelerinin kurduğu derneğin Başkanı Mehmet Çete Amca, seksenlik bir aksaçlı olarak 1993 yılında şehit verdiği oğlunu anarken sesi titriyor, gözyaşları sümbül taneleri gibi yuvarlanırken; “evlatlarımız ölmesin, kan dursun” diyor büyük bir metanetle...
***
Elbette tedirginlikler de var, bunları anlayışla karşılamalıyız. Çünkü otuz yıldır süren acılı günler, kan ve gözyaşıyla dolu. Şimdi yeni bir sayfa açılırken karşılığında ne verildi, hangi bedeli ödeyeceğiz de çatışma sona erecek deniyor... 1. Terör örgütü bu işin artık bu şekilde devam edemeyeceğini anlamıştır. 2. Türkiye, demokratikleşme konusunda çok önemli mesafeler katetmiştir, olağanüstü hal, DGM’ler ve Emasya Protokolü gibi uygulamalar kaldırılmıştır, Doğu ve Güneydoğu’ya yapılan yatırımlar, teşvikler, bölgenin ekonomisi açısından önemli merhalelerdir, anadil üzerindeki kısıtlamalar kalkmış, TRT Şeş başta olmak üzere yayımcılıkta ciddi açılımlar gelmiştir. 3. Hukuk devleti anlayışıyla devlet içindeki vesayet odakları, darbe ve sıkıyönetim algısı devre dışı kalmıştır. Kısaca bahsettiğimiz bu durumların, taviz vermek ya da bedel ödemek olmadığı ortadadır. Daha da önemlisi bu hukuk sadece Doğuya, Güneydoğuya sağlanmamıştır, hepimize lazımdır.
Çözüm Sürecini, hala gerçekleştiremediğimiz Sivil Anayasa tartışmalarıyla iç içe sürdürmek de ne yazık ki psikolojik bir yüke dönüşüyor zaman zaman. Akîl Heyetten Nihal Bengisu’nun da dikkat çektiği “Türk Milleti” tartışması, süreci “Kürtler ve Diğerleri”ne taşırsa, bu işin sonu genetik rijitliğe kayabilir. DNA testlerine mahkum edilmiş söylemlerle ne millet olunur ne de halk. Medyatik kaygılarla çıkartılan “Bayrak” tartışması da gönülleri yaralıyor, endişeleri körüklüyor. Şimdi heves ve hırs zamanı değil.
Prof. Şekür geçenlerde “huzurlu musunuz” diye sordu bize, “Müslüman huzurlu kişidir, Allah’ın yarattıklarıyla barış içindedir, nefsinize sorun bakalım” dedi. Başlarımızı öne eğdik oradakiler olarak. Barışın elbette bir bedeli var, o bedel hukuktur, hakkı, hatırı çiğnememektir...