Çözümsüz bir dünyada çırpınmanın dayanılmaz ağırlığı

“Kurulu nizam”, kendini, nefret söylemleri, kin duygusu ve katliamlarla güçlendiriyor. “Alışılmış şiddet” ve “sıradanlaşan katliam” bu sistemin ana zemini olmuş durumda. 

İnsan öldürmeyi sıradan bir aksiyon filmi düzeyine indirmiş yaşam kültürüyle karşılaştık.

Günü geldiğinde insanlar öldürülebilir, bunun “insanlık için ne kadar doğru olduğunu” gelişmiş haber kurumlarıyla anlatabiliriz, gözlerini ellerine tutuşturduğumuz akıllı telefonun ekranından alamayan kitleler ise gerekçelerimize  inanır!.. 

Bu dünyada kimse, kendini, “kaybedenler kulübünün” üyesi olarak görmüyor, herkes, kendisinden uzaktaki öteki bir varlığın ağır trajedisi ile ruhunu yıkıyor!.. 

Suriyeli, Yemenli, Iraklı ne bileyim, Myanmarlı bir çocuk öldürülebilir, kime ne, o zaten doğuştan kaybetmişti… Oysa, en büyük tuzak, “çok şükür biz bunları yaşamıyoruz” düşüncesidir… 

Dünya, esas olarak iki etnik gruptan oluşur: Ağzında gümüş kaşık ile yaşayanlar ve yaşamı boyunca bir tahta kaşık bile bulamayanlar…

Gazeteler, TV’ler, internet yayın siteleri, anlı-şanlı üniversiteler, ağzından bal damladığına inandığımız bilim insanları, derin düşünceler taşıdıklarına vehmedilen din adamları, bu son derece basit gerçeği ört-bas etmenin kaplama kağıtlarıdır, sistemin paketlenmesinde kullanılırlar. 

Dünyada asıl olan, fakirlerin birbirlerinden nefret etmeleridir. Zenginler her zaman anlaşırlar.

  

Sürdürülemez bir dünyadayız, bilin.

Erdoğan’ı, Rus ve İranlı liderlerle Tahran’da izlerken yüreğim burkuldu. Putin veRuhani için üzüldüm, çünkü, küresel güçler mücadelesinin ana eksenini hayli ıskalamış bir halleri vardı.

Emperyalizmin hedefe oturttuğu, ekonomik ablukalarla tehdit ettiği üç devletin lideri bir masanın etrafına toplanmış, bunlardan biri, Suriye’deki masum insanların katledilmemesi için çırpınıyor, diğer ikisi ise kanlı hedeflerine kilitlenmiş görüntüyü koruyordu. 

Bu, emperyalizmin keyif aldığı durumdur. Bırakın, ötekiler çatışsın, biz, işimize bakalım. 

Sürdürülemez bir dünyada yaşadığımızın rakamları, felaketi gösteriyor zaten. 2010’dan bu yana her yıl dünyanın en zengin sınıfını inceleyen Wealth-X’in son raporuna göre, dünyada, 30 milyon Dolar üzeri servete sahip 255.810 kişinin toplam serveti 31.5 trilyon Dolara ulaşmış durumda. 

Yani, Karabük nüfusu kadar bir insan topluluğunun serveti, “fakir” olarak adlandırılan 5.6 milyar insanın toplam servetinin (?) üzerine çıkmış!.. 

Böyle bir dünyada ulusal devletlerin ve bu devletleri yöneten kadroların belirleyici gücü olduğuna inanıyorsanız, geçiniz.

 

Kıyametin tarifini yapar mısın, Abidin…

Hani, Nazım şiirinde, “Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin” diye sorar ya, “kıyamet” için nasıl bir tarifi tercih edersiniz? Söyleyeyim: Dünyanın en zengin nüfusu, 2022’de 360.390’a (Uşak’ın nüfusu kadar) toplam servetleri de 44.3 trilyon Dolara ulaşacak. Bunlara, 1 milyon Dolar ve üzeri servete sahip 22.3 dünya vatandaşını da eklersek, dünyanın yüzde üçünün toplam serveti, geri kalan yüzde 97’ninkinin üç katına doğru yol almış olacak. 

Devam edeyim: 

1-Dünyada 1.2 milyar insanın elektriği yok, 2- 2 milyar insan temiz suya ulaşamıyor, 3- Her yıl 8.6 milyon insan bulundukları yerde sağlık hizmeti olmadığı için ölüyor, 4- 750 milyon insan okur-yazar değil, 5- 50.5 milyon 5 yaş altındaki çocuk geleceksiz yaşıyor, yani “heba olmuş” durumdalar,  6- 850 milyon insanın gıda güvenliği yok, 7- 4 milyar insan internetsiz yaşıyor. 

Bu, bir kıyamet tablosudur. 

Böyle bir dünyada;

- Ülkenizin sınırlarını artan mülteci akımlarına kapatamaz, ailenizle birlikte yaşadığınız yüksek güvenlikli sitelerin kapısını bile kontrol edemezsiniz,

- Her şey, kurum ve kavramlar çürür. Devletler, liderler, askerler, vergi daireleri, sosyal güvenlik kurumları, hatta dinler, “ben deistim” demek moda olur. 

- Amerika gibi bir süper gücün en büyük güvenlik sorunu, 3 yaşındaki Latin Amerikalı bir çocuk olur, o çocuk kendini sınırdaki toplama kampında bulur. 

- 3 yaşındaki İdlibli bir çocuk en son model Rus savaş uçağı tarafından öldürülür, bakar geçersiniz… 

Çözümsüz bir dünyanın sıradan çırpınmaları… 

Yazık, teknolojik birikimimiz daha eşitlikçi bir dünyayı kurabilirdi, biz, aç gözlülüğü, hırsları, kibri, şiddet ve ölümü tercih ettik… 

Bedelini yaşıyoruz, daha bunlar başlangıç.