Çözümü Gezi’ye çıkarmak!

Cemil Bayık’ın Gezi’ye destek vermediklerine hayıflanması boşuna değildi. Devamının geleceği belliydi. KCK’nın zaten dura dura devam eden çekilme ile ilgili “durdu” açıklaması ve ardından BDP adına konuşan Eş Başkan Gülten Kışanak’ın bu kararı tevile çalışan sözleri, çözüm süreciyle ilgili hassasiyeti artırdı.

Hep söylenen şey, sürecin enfeksiyon kapmaması için hem çekilmenin hızlı gerçekleşmesi hem de taraflar gibi süreç hakkında konuşan hepimizin ağzımızdan çıkan lafları hesap etmemiz gerektiğiydi. Doğrusu bu hususa ihtimam göstermek şöyle dursun sabotaj olarak değerlendirilebilecek açıklamaların ardı arkası gelemdi. Çekilmenin mehter adımlarıyla bile seyretmemesi de enfeksiyon riskini artıran bir etmendi.

Eeee, şimdi ne olacak? Kesinlikle süreç devam edecek. Etmeli zaten, her şartta etmeli. PKK’ya rağmen, Suriye’ye rağmen, İran’a rağmen süreç devam etmeli.

Nasıl mı? ‘Muhataplık sorunu’nu çözümün parametrelerinden biri. Bir kere 2013’e kadar çözüme ilişkin Hükümetin her girişiminde muhatap olarak Öcalan’ı gösteren, her fırsatta “biz bilmeyiz liderlik bilir” diyen Kandil ve BDP, 2013 Nevruzuyla başlayan çözüm sürecinde bu sefer de “muhatap Kandil’dir, BDP’dir, tabi Öcalan da” demeye başladı.

Hatta “yıllardır tutsak olan birinin müzakere yürütmesi ne kadar sağlıklı olabilir” sözleriyle siyasi olarak Öcalan’ı İmralı’ya gömme niyetinde olanlar bile vardı. Lakin bu tezin tutması imkansızdı çünkü Öcalan figürü PKK’nın tabanla kurduğu bağın teminatıydı.

‘Zoraki çözüm’ mü?

2013’ün Nevruzunda Diyarbakır’da okunan o mektup en çok yıllardır iki yönlü şiddetin mağduru olmuş Kürtleri heyecanlandırdı, mutlu etti. Alana toplanan insanların coşkusu bunu çok güzel ifade ediyordu. Kandil’in yeni çözüm atağına pek de sıcak bakmadığı zaten belliydi. Sakine Cansız cinayetiyle resim tamamlandı.

BDP içinde de gönüllüler ve gönülsüzler oluştu. Her şey iyi gidiyorken, önümüze çıkacak fırsatları kaçırmayalım, “barış şimdi neyimize” diyenler olduğu gibi, geçmiş kötü tecrübelerden mütevellit ‘samimi endişeliler’ de vardı.

Fakat Akil İnsanlar Heyetinin çalışmasının da katkısıyla kısa sürede Türkiye kamuoyunun çözüme desteğinin yükseldiği bir vasat ortaya çıktı. Şiddet eylemlerinin olmadığı, şehit cenazelerinin gelmediği aylar zarfında “evet, bu sefer başaracağız” duygusu yeşermeye başladı.

Hükümet için doğusuyla batısıyla tüm Türkiye’yi ikna edecek bir çözüm yolu bulmak gerçekten büyük güçlük. Hükümet bunu siyasi bedeliyle birlikte göze aldı. Seçim sathına girilmiş olmasıyla da ilgili olduğunu düşündüğüm bu açıklamalar, bu bedelin PKK tarafından doğru okunmadığını gösteriyor.

Çözümün kaybedeni olmaz

Çözüm sürecinin tek kazananının AK Parti olacağına dair bir kanaat olmuşmuş belli ki.

Hazır Hükümet Gezi’de bunalmışken, Rojava denkleme dahil olmuşken, İran ve Suriye rejiminin de desteğini alabilecekken neden bir tekme de ben atmayayım kurnazlığı içinde yapılan açıklamalar bir bakıma bu yanlış okumayla ilgili.

Oysa sürecin ilk kazananı Kürt halkı olacak, bu kesin. Siyasi bakımdan da BDP.

Ayrıca PKK’nın açıktan siyasileşeceği bir sürecin de başlayabilmesi için çözüm süreci önümüzde bir imkan ve imtihan. Tam da bu süreci nasıl yürüttüğümüz meselesi PKK’nın siyasallaşma kabiliyetinde ve niyetinde olup olmadığını da gösterecektir.

BDP legal bir siyasi partidir ve artık silahı garantör olarak görme ayıbından kurtulmalıdır. Demokratikleşme paketinin eli kulağındayken Kışanak’ın “ama TMK orada durduğu, Siyasi Partiler Kanunu değişmediği, Başbakan üslubunu değiştirmediği müddetçe çekilmenin durmasından Hükümet sorumludur” sözleri asla iyi niyet barındırmıyor.

Başbakan’ın üslubunun karşısına PKK’nın silahlarını ve çekilmeyi koymak; bu nasıl bir terazi?