Cumhurbaşkanı neden böyle yapıyor?

Siyaset takip edenlerin merakla, AK Parti’yi sevip destekleyenlerin endişe, AK Parti’den günahı kadar hazzetmeyenlerinse büyük bir sevinçle karşıladığı gelişmeler peş peşe yaşandı. 

Sondan başlarsak... Saray-Köşk gerginliğine oynayanların coşkusuna coşku katan olay elbette ki Arınç-Gökçek kavgasıydı. Aynı partiden iki güçlü ismin kamuoyu önünde böylesi bir kavgaya tutuşması görülmüş şey değildi. Ve haliyle unutulmaz bir seyirlik oldu!

Davutoğlu’nun yaptığı açıklama tatminkâr ancak, iddiaların kahvede söylenmiş muamelesi görmemesi ve savcıların harekete geçmesi gerektiği de aşikâr.

Üç dönem kuralının, vadesi dolan bazı siyasetçilerin kimyasını bozduğu ortada.

Türkiye’yi olumlu yönde değiştiren kıymetli insanların giderayak kendi üstün hizmetlerini, güzel hatıralarını ve saygınlıklarını heba etmemesi ve siyaset sahnesinden asaletle ayrılabilmesi beklenir.

“Cumhurbaşkanı ne yapıyor” mevzuuna gelirsek.

Ana hatlarıyla başlıklarımız: Merkez Bankası politikasına itirazı, Hakan Fidan’ın adaylığını, önce izleme heyetini sonra Dolmabahçe buluşmasını uygun bulmadığını açıklaması...  

Cumhurbaşkanı icranın alanına mı müdahale ediyor? Kurucusu, genel başkanı, başbakanı olduğu partiyle siyasi rekabete mi giriyor? Türkiye’ye zarar vermiyor mu, bunu neden yapıyor?

En çok sorulan sorular bunlar.

Benim cevaplarım şöyle:

- Cumhurbaşkanı, devletin başı ve halkın seçtiği ilk cumhurbaşkanı olarak daha önce başladığı makro siyasetlere aynen devam ediyor.

- Kriz gibi görünenler, yeni bir siyasi idari hukuki forma geçmeden önce “de facto” oluşmuş yarı başkanlık sisteminin yarattığı doğal kırılmalar. 

- Türkiye önemli bir virajı alıyor ama yeni hukuk oluşmadığı için sistem esnemiyor. Yer yer kırılmalar çatırdamalar oluyor, araçtan sesler çıkıyor, bazıları su kaynatıyor ama evet, araba Yeni Türkiye’ye doğru yol alıyor.

- Cumhurbaşkanı ekonomik ve siyasi istikrarın Türkiye’yi 2023 hedeflerine ulaştırmak için ne kadar elzem olduğunu ayn-el yakin biliyor. Üstelik bunu, Türkiye’yi istikrarsızlaştırmak için gayret sarf eden “başkaları”nın da bildiğini biliyor ve olası saldırıları ve zafiyetleri savuşturmak için Türkiye’nin sahip olduğu dayanıklılığı test edilmiş en çetin kalkanıyla, kendisiyle mukabele ediyor.  

- Paralel yapının omurgası kırılsa da ihanet oyunlarının bitmediğini; Gladyo-C’nin kuvveden fiile geçtiğini, paralelden boşalan alanları doldurmak için küçük iktidar hesaplarına girenlerin aymazlığını görüyor ve varlığını güçlü şekilde hissettiriyor.

- Merkez Bankası polemiği de ilk değil. Başbakanlığı döneminden kalma. Hedefindekiler ne Erdem Basçı, ne Ali Babacan. Bu isimler tartışmanın ortasında kalmış olsa da Erdoğan aslında, onlar üzerinden başka bir hedefe, merkez bankaları eliyle ülkeler üzerinde vesayet kuran küresel sermayeye nokta atış yapmakta.

- İzleme heyeti ve Dolmabahçe fotoğrafı hakkında yaptığı uygun bulmadım açıklamasını dün bu köşede yazmıştım. Bunu çözüm sürecinde masa ile saha arasında giderek artan açıklığı kapatmak için yapılmış bir balans ayarı olarak yorumluyor ve yerinde buluyorum.

- Çözüm sürecinin Habur gibi akamete uğramaması için balans ayarı şarttı. PKK-HDP hattının silah bırakmak için hem adım atmadığı, hem sürece, Türkiye’ye ve Kürtlere ihanete yeltendiği yerde barış hatırına da olsa baldıran zehri içilmez. Sürecin sıhhati için önce gerçekçi olmak lazım.

- Hakan Fidan’ın siyaset yerine MİT’teki vazifesine geri çekilmesini de çözüm sürecindeki değişkenlerin değişmesine yoruyorum ben. Umulan olsaydı kuşkusuz masada değil sahada olması iyi olurdu.

- Cumhurbaşkanı’nın yaşanan her “kriz”de kendini geri çekmediği olay yerinde fotoğraflandığı doğru. Sorunlu alanlara girmeyip “sistem harika” yanılsaması yaratmaktansa sıkıntıyı daha da görünür kıldığı da doğru. Sistem değişikliğinin zaruretini ve önceliğini hatırlatmak istiyor, sanırım. Bir tür “kontrollü gerginlik”.