‘Cumhûrbaþkaný' olmakla, ‘cumhûr'un gerçek baþkaný' olmak ayný þey deðil...

'Cumhûr', bir toplumun ekseriyetini teþkil eden 'sosyal kesim' için kullanýlan bir terimdir. 'Cumhûr-i ulemâ', ulemâ'nýn ekseriyeti gibi..

Devletlerin yönetim þekli içinde de, 'Monarþi ve Meþrutî Monarþi'den ayrý olarak, bir de 'Cumhûriyet'ten söz edilir.

Monarþi, yani, tek kiþinin veya bir ailenin, bir seçkinler grubunun, aristokratlarýn hükmettiði yönetim..

Meþrutî monarþi ise.. Monark'ýn veya kral, melik ve sair seçkinlerin, zer ve zor sahibi yöneticilerin yetkilerinin 'meþrût' hale getirildiði, yani, þarta baðlandýðý, sýnýrlandýrýldýðý sistem..

Cumhûriyet ise, rüþd yaþýna gelenlerin ekseriyetinin, 'cumhûr'unun seçtiklerince yönetilen sistem..

*

Ýslâm'da, Hz Peygamber (S)'in ümmetine baþkanlýðý da, kendine inananlarýn zorlama olmaksýzýn, kendi hür iradeleriyle kabul edilir. Yani, Ýslâm hükümleriyle sýnýrlý bir cumhûriyet sistemi denilebilir.

Hz. Peygamber'in rýhletinden sonra ise ona halef/ halife olarak, ümmetin yetkililerinin istiþaresi ile belirlenen kiþinin yönetim hakkýný kullandýðý dönem, maalesef, sadece 30 yýl kadar süren 4 Halife dönemiyle sýnýrlý kalmýþ ve ondan sonraki 14 asrýmýz saltanat sistemleri içinde geçmiþtir. Ve ümmet, o sulta sahiblerine, 'Size, bizim baþýmýzda olmanýz ve bize hükmetmeniz yetkisini kim verdi, bu yetkiyi nereden aldýnýz?' diye soramamýþtýr. Çünkü, sulta sahiblerinin ellerinde kýlýçlarý ve de maddî güçleri vardý. Elbette o sistem kötü olsa da, arada, iyi týynetli insanlar da hükmetmek mevkýine gelmiþtir. Onlarýn hesabý ayrý..

*

Son 200 yýlý hatýrlayalým bir..

Sultan 3. Selim'in 1807'deki Kabakçý Mustafa Ýsyaný sonunda katledilmesinden 70 sene sonralarda, 1876'da Sultan Abdulaziz'in de kendi yetkili kýldýðý Vukelâ Meclisi'nce oluþturulan bir darbe ile devrilip katledilmesi; yerine geçen Sultan 5. Murad'ýn, -yaz sýcaðýnda Beylerbeyi Sarayý'nýn havuzuna, üniformasýyla birlikte atlamasý gibi- aklî muvazene bozukluðu gerekçesiyle, saltanatýnýn 90'ýncý gününde azledilerek; yerine, 1876'da Þehzâde Abdulhamîd'in, '2. Abdulhamîd' unvaniyle ve Meþrutiyet vaadiyle hükümdarlýða getirilmesi..

Birinci Meþrutiyet böylece ilân ve Padiþah'ýn yetkilerini sýnýrlayan ilk Meclis-i Meb'usân da tesis olunuyordu..

Ama, (Hicrî takvimle, 1293'e rastlamasý hasebiyle, kýsaca '93 Harbi' diye anýlan) 1877-78'deki ve aðýr yenilgiye uðradýðýmýz Osmanlý- Rus Harbi'nin getirdiði büyük felâket döneminde sosyal düzenin saðlanmasý için, Sultan 2. Abdulhamîd'in Meclis-i Meb'usân'ý kapatmasý da anlaþýlmaz deðildir. Çünkü, o ilk Meclis'in yüzde 40'ýndan fazlasý, gayrimuslim meb'ûslardan oluþuyordu; ve onlarýn Rusya, Ýngiltere, Fransa, Almanya gibi güç odaklarýnca tahrik edildiðinin emâreleri açýktý.

Ve, 32 yýlllýk saltanatý sonunda, sosyal bünyedeki geliþmelere direnmek gücü kalmayan Sultan 2. Abdulhamîd'in, 1908'de Ýkinci Meþrutiyet'i ilâný ve 31 Mart 1909 Hadisesi'nin tezgâhlanýþý ve, Sultan 2. Abdulhamîd Han'ý tahttan indirilmesi..

*

Ve devamýndaki 10 yýlda da Müslümanlarýn 600 küsur yýllýk Devlet'inin yönetim sisteminin çöküþü ve Lozan'da dayatýlan bir andlaþma sonunda, iyice küçültülmüþ olan devletin yönetim mekanizmasýnýn, -ismen de olsa- 'Cumhûriyet' olarak isimlendirilmesi.. Yine de hayýrlý olabilirdi

*

Ama, Cumhûriyet'in ne olduðu bile bilinmiyordu..

Kestirme ifadeyle söyleyelim, Cumhûriyet adýna, 'cumhûrsuz' bir rejim getirilmiþti., Ve baþýnda da, artýk, 'Reis-i Cumhûr' diye anýlan kiþilerin bulunduðu ve amma, yönetilen halk kitlelerince kabul edilemeyecek bir tahakküm sistemi tesis olunmuþtu.

Merhûm Necîb Fâzýl'ýn, 'Öyle bir hayata çattýk ki, hayata kurmuþ pusu..' mýsraýndaki durum söz konusuydu. Çünkü, 1930'lardaki totaliter- müdahaleci ateist anlayýþ hayatýmýza hâkim kýlýnmýþtý. Ve, tadýndan yenilmeyen bir cumhûriyet sistemi ile yönetiliyorduk artýk..

Gerçi, 1924 tarihli 'Teþkilat-ý Esâsiye Kanunu'nda (Anayasa'da), birinci maddede 'Türkiye Devleti bir Cumhûriyet'tir..' denildikten sonra, ikinci maddede de, 'Devlet'in dini, Din-i Ýslâm'dýr' ibaresi vardý, 1928'e kadar.. Ama, öyle denildiði halde, 1924'den itibaren bu ilk iki maddeyle de hiç ilgisi olmayan dayatmalar, 'oldu-bitti' mantýðýyla tezgâhlanmýþtý.

Karþý çýkanlar için, 1789-Fransýz Ýhtilali'nin yöntemiyle bertaraf ediliyordu.

Böyle geçti son 100 yýlýmýz..

Cumhurbaþkaný sýfatý taþýyan 12 isim gözüktü, sahnede..

Bunlardan, halkýn 'cumhûru'nun, ekseriyetinin deðerleriyle barýþýk kaç isim söyleyebiliriz? Rahmetli T. Özal ve ondan sonrasýnda da, A. Gül ve halkýn aslî deðerlerinin devlet sistemine en etkili þekilde yansýmasý için adým adým yol alan Erdoðan'dan gayri?

*

Hür yaþamak ideali taþýyan herkesi rahatsýz etmesi gereken bu 100 yýllýk uygulamayý, evvelki akþam, Hz. Huseyn'in Kerbelâ'da þehid edilmesinin yýldönümü olan 10 Muharrem- Âþûrâ Günü merasimlerinden birine katýlan 'cumhur'un baþkaný' Erdoðan'ýn konuþmasýný dinlerken, bir daha düþündüm.

Evet, o konuþmayý yapabilen bir devlet baþkaný, son 100 yýldýr ilk örneðimiz.. Ve 100 yýl öncelerdeki bir takým görüþleri, milletimize bir 'deli gömleði' gibi giydirmeye kalkýþanlar, þimdi, halkýn gönlüne hitab eden bir 'cumhurbaþkaný'ný 'tek kiþi' yönetimi sergilemekle eleþtiriyorlar; 100 yýldýr dokunulmaz hale gelmiþ baþka 'tek kiþi'leri hatýrlamaksýzýn..

*

Bugünkü tabloda, -sanki hiç kusursuz bir uygulama varmýþ gibi- sûret-i hakktan gözükerek, 'Ama, bir takým yanlýþlar da var..' diyenlerin olmasý da ayrý bir konu..

Ve, 'Cumhurbaþkaný' sýfatý taþýmakla, 'cumhurun gerçek baþkaný' olmak arasýndaki farkýn farkedilmesi için, illâ ülkenin yönetiminin, halkýn aslî deðerlerine savaþ açanlara teslim edilmesi mi gerekiyor?