Cumhurbaşkanını kim seçecek?

Muhalefet partileri cumhurbaşkanlığı seçimleri için çatı adayda siyaset dışında bir isimde uzlaştılar. Muhalefetin CHP’li veya MHP’li olarak bilinmeyen bir ismi aday gösterme çabası seçimlerden bir kaçma stratejisi. Büyükölçüde dokuzuncu seçim yenilgisine maruz kalmamak üzere buldukları bir çözüm formülü ortaya atmış oldular. Bu elbette muhalefeti sorumluluktan kurtarmayacak. Zira çatı aday seçimi kaybettiğinde CHP ve MHP seçimi kaybedecek. Aksi beklenti milletin ferasetini küçümsemek anlamına gelecektir. 

CHP ve MHP’nin, 30 Mart’ta Erdoğan karşısında sekizinci kez seçim kaybetmelerinin ardından anti-siyaset bir pozisyona sürüklenme süreçleri devam ediyor. Bu bir yönüyle de siyasi konforlarını koruma çabası olarak görülmelidir. Her hangi bir kurucu siyasi pozisyon geliştirmek yerine Türkiye’nin bazı bölgelerinden aldığı destekle TBMM’de var olmanın ötesine geçmeyen bir ufka iyiden iyiye gömülüyorlar. Bu içinden çıkılması bir fasit daire ortaya çıkarıyor. 

Cumhurbaşkanlığı seçimleri muhalefete içine düştükleri fasit daireden çıkmak için eşsiz bir fırsat sunuyordu. Görünen bu imkanın muhalefet tarafından bile isteye heba edileceğidir. Her ne kadar tuzsuz aşım dertsiz başım yaklaşımı gösterseler de, yaşadıkları krizin temelinde 20. Yüzyıldan bugünlere devrettikleri büyük kriz bulunuyor. Bu kriz Kemalizm’den başkası değil. Açık bir şekilde Kemalizm’le yüzleşmedikleri sürece de değişim hatta anlamlı bir siyasi aktör olmaya başlama anını yaşayamayacaklar. 

Kemalizm’le yüzleşmek muhalefet partilerinin kendilerini var eden sosyolojileriyle de yüzleşme hatta karşı karşıya gelmeleri anlamına geliyor. Bunun olabilmesi içinse riskleri üslenen, tabanlarına güven veren liderliğin ortaya çıkması gerekiyor. Erdoğan kendi tabanına güven verdiği, İslami kesimler tarafından bir siyasi sigorta poliçesi olarak okunduğu için 28 Şubat sonrası ortaya koyduğu yeni siyasi perspektif içinden çıktığı ve hitap ettiği sosyoloji tarafından sindirilebildi. Benzer bir cesareti muhalefet göstermediği sürece, tabanı devam eden yenilgi psikolojisiyle birlikte her geçen gün düne göre daha az değişim riskini kabul edebilecek bir çizgiye doğru evirilmeye devam edecektir. Son tahlilde başarı hikayesinin ortada görünmediği zamanlarda elde olana daha fazla sarılmaları kimseyi şaşırtmamalıdır.

Muhalefet beklenen değişimi yaşamayı, kurucu bir siyaset yapmayı şimdilik oldukça mütevazi ve neredeyse anlamsız kabul edilebilecek bir düzeyde yaşamayı tercih ediyor. Bu anlamda cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Kemalist siyasi kimliği belirgin bir aday gösterememeleri bile aslında durumu özetlemeye yeterlidir. Lakin bu pozitif bir gelişme olmakla beraber, akıllarından geçen adayın 20. Yüzyıl Kemalist dünyası dışından bir isim olmaması da göze almayı düşündükleri değişim düzeyinin ne kadar sembolik olduğunu da gösteriyor. Aynı adayı AK Parti eski Türkiye ve eski Ortadoğu için bir siyasi pragmatizm gereği tercih etmek zorunda kalmıştı. 10 yıllık değişimin ardından bu tercihini de sorgular hale geldi.

Muhalefetin çatı adayı kelimenin tam anlamıyla yaşadıkları fasit dairenin ne kadar gerçekçi olduğunu gösteriyor. Ruhen ve aklen 20. Yüzyıl statükosunda yaşayan, en fazla Sykes-Picot nöbeti tutabilecek bir kimlikle, yeni Türkiye ve yeni Ortadoğu’ya konuşma çabası elbette bir çıkmaz sokak. Bu çıkmaz sokaktan tek çıkış yolu, yeni bir değişim söylemiyle muhalefet liderlerinin kendilerinin aday olarak bütün Türkiye’den oy isteme cesareti göstermeleriydi. Çünkü muhalefet partileri farkında olmayabilirler ama cumhurbaşkanlığı seçim sistemi 7 yıl önce değişti. Meclis artık seçmiyor. Halk seçecek. Bu yönüyle bakınca Ekmeleddin İhsanoğlu aday gösterilmedi. Kılıçdaroğlu ve Bahçeli aday olamadı.