Cumhuriyet’in kapsama alanı

29 Ekim’de Birinci Meclis önünde yapılan kutlama ya da miting hem yasaklamanın yol açtığı coşkuyla gündeme geldi hem de Cumhuriyetimizin cumhur ayrımının 89 yıllık bilançosunu yeniden gündeme taşıdı.

Bu hafta Açık Görüş’ün manşetinde okuyacağınız yazı bir anlamda Cumhuriyet’in soy kütüğünü çıkarıyor ve Osmanlı’nın bir ulus devlet formuna kavuştuğu bakiyesinin vatandaş konseptinin ulus bilinci oluşturmakta aciz kaldığı noktaların ortaya koyuyor.

Cumhuriyet Bayramı törenlerinin ortaya çıkardığı gerilim, 89 yıllık birikimin bir tezahürü olmakla birlikte bugün için yeni bir sosyolojik veri olarak anlamaya çalışmamız gereken, Necdet Subaşı’nın tespitiyle “Öteden beri belli bir geleneğe bağlı şekilde gerçekleştirilen bayram törenlerinin bugün meydanlarda bölünen heyecanının onun ritüalist dünyasını da parçalamış olduğu” Cumhuriyet’in ilk on yıllarında Ankara’nın belli semtlerinde 29 Ekim sabahı bayramlıklarını giyip emsal ailelerin birbirine bayram ziyaretine gitme alışkanlığı çok geride kaldı. Dini bayram mesabesinde kutlanan 29 Ekimlerin o duygudaşlık halinin bugünkü yansıması “Cumhuriyet’i siz koruyamıyorsunuz iş başa düştü” hezeyanı.

Bu karmaşada gözden kaçan gerçek ise şu: Bu ikili Cumhuriyet kutlaması görüntüsü evet bir ilk ama bugüne kadar Cumhuriyet Bayramı deyince o kutlamada kendine bir yer gösterilmeyen, dolayısıyla Cumhuriyet Bayramını içselleştirmek şöyle dursun negatif tutumunu kayıtsızlık olarak dışa vuran kalabalıklar ilk kez Cumhuriyet’in cumhuru olarak hissetmeye başladı kendini.

Bu analizi, sadece Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün mutat Cumhuriyet Resepsiyonu’nun bu yılki albümüne bakarak bile yapabiliriz. Zira toplumun dindar kesiminin Cumhuriyet’in kapsama alanına girdiğinin resmidir bu.

“Cumhuriyet’in soy kütüğü” işte bu “Cumhuriyet’in bileşenleri arasına katılmak isteyenlerle bu bileşenleri belli bir mikyasta tutmak isteyenlerin cebelleşmesinin” hangi biçimlerde, hangi saiklerle yaşandığını ortaya koyuyor: “Gerilimin bir ucunda imkân ve imtiyazlara ilişkin kadim bir kaygı nöbetinin etkin olduğu açıkça seziliyor. Belli fasılalarla toplumu geren bu nöbetlerin yeniden tezahüründe yer yer romantizm, yer yer ütopyacılık yer yer de nostaljik bir şekilde dönüşümü durdurmaya yönelik bir çeper kurma çabası dikkat çekiyor.”

Ertan Aydın’ın “Cumhurunu arayan Cumhuriyet” başlıklı yazısı ise, “Cumhuriyeti ‘Müslüman milliyetçiliği’ temelinden uzaklaştırıp, Türkçü bir laik ahlak çerçevesine oturtmaya çalışarak hem dindar vatandaşları ve hem de Kürt vatandaşları dışlamayı tercih eden” CHP ideolojisinin bugün hala “Cumhuriyet’i cumhura emanet etmekten imtina eden, onu ancak askeri vesayet yoluyla güvence altına almayı önceleyen bir siyasetten vazgeçemediğini” söylüyor.

Önümüzdeki haftalarda sıkça tartışacağımız yeni YÖK reformu ile ilgili bir başlangıç yazısını Bekir Gür kaleme aldı. Henüz içeriği hakkında tam olarak bilgi sahibi olmadığımız YÖK reformu tasarısı için Bekir Gür “İlk defa ciddi bir siyasi kriz olmaksızın yükseköğretim yasa taslağının gündeme gelmesi, oldukça önemlidir. Bu taslağın ya da bir türevinin yasalaşma potansiyelini artıran en önemli husus da budur. Bununla birlikte, bu siyasi atmosferin üniversitelerin bilimsel çabalarıyla beslendiğini söylemek zordur. Dahası üniversiteler hala yükseköğretim meselesini sloganlarla tartışmakta; zaman zaman yasakçı olmakta ve yeniliğe direnç sergilemektedirler” diyor.

İsmail Küçükkılınç’ın Balkan Harbi ile yazısı oldukça dikkat çekici saptamalar içeriyor. Küçükkılınç yazısında, İttihat ve Terakki’nin Balkan yenilgisindeki rolü ile ilgili ezberleri hedef alıyor. Ahmet Yıldız’ın anadilde öğreniminin neden önemli olduğuna dair yazısı, Cevat Öneş’in Kürt sorunu ve terör sorununun çözümü için alternatif yol haritası çıkardığı yazısı tabii ki çok önemli. Adnan Boynukara’nın CPJ’nin Türkiye’deki mahkum gazetecilerle ilgili raporuna dair değerlendirmesi de çok önemli bilgiler içeriyor. Murat Güzel ise her zamanki gibi Açık Görüş okurları için çok değerli kitaplar seçmiş.

Haftaya görüşmek üzere...

[email protected]