Dağa çıkacakmış... Bir sen eksiktin!

Romantik isyankâr, isyanın doruklarında... “Dağa mı çıkalım?” diye soruyor. 

Yazısında, “Bu işi ancak dağa çıkmak paklar” dedirtecek bir dizi gerekçe göstermiş, birtakım “kötü yönetim” örnekleri sıralamış.

Herhalde “bu şartlarda gazetecilik yapılamayacağını” söylemeye çalışıyor.

Bu şartlarda pekâlâ gazetecilik yapan bir sürü meslektaş var... “Sonun Menderes gibi bile olmayacak... Sürüne sürüne öleceksin” diyeninden, “Sen ne korkak bir O... Ç...’sun” diyenine, bir sürü meslektaş gazeteciliğin tadını çıkarıyor. Sen niye yapamayasın!

Hasan Cemal de bir vakitler dağa çıkmaktan bahsediyordu.

Hayır, çaresizlikten değil...

Hasan abi, demokrasiyi kurtarmak için dağa çıkacaktı...

Eskiler bilir... Nokta dergisi, 80’li yılların ikinci yarısında gazeteciler ve aydınlar arasında bir anket düzenlemişti, “Bundan sonra bir darbe olursa tutumunuz ne olur?” diye.

Reklamcı Tolga İzmir (herhalde “aydın” kontenjanından ankete dahil edildi), “Darbelere direnen bir yapım olduğu için, yeraltına iner, mücadele ederim” diyordu...

İzmir Bey’i tanımıyoruz. Dolayısıyla, “darbelere direnen” sahip olup olmadığını bilmiyoruz... 28 Şubat sürecinde yeraltına inmediğine göre (inseydi duyardık), kıtır atıyormuş.

Taha Akyol, Gandhi gibi “pasif direniş” yolunu seçecekti... Karavanadan yememek, kendi donunu dikmek, tuzsuz çorba içmek, pastayı kremasız götürmek gibi...

Murat Belge ne yapacaktı, hatırlamıyorum.

Darbeye karşı çıkacaktı ama hangi yöntemleri kullanacaktı?

Herhalde “ironi”yle aşmaya çalışacaktı o zorlu süreci.

Sıkı durun...

Hasan Cemal dağa çıkacaktı...

Daha doğrusu, dağa çıkıp darbeyle mücadele edecekti.

Biz, Erol Özkasnak Paşa’nın “Bu bir post-modern darbedir” dediği 28 Şubat sürecinde dağa çıkıp darbeyle kora kor mücadele etmesini beklerken, Hasan Cemal tankın üzerine çıktı ve darbecilere yol gösterdi. “Üst düzey bir general beni aradı, dedi ki...” diye başlayan yazılar Hasan Cemal marifetidir.

Hasan Cemal’de “dağa çıkma” retoriği biter mi?

Çıktı...

Bu kez gerçekten dağa çıktı.

Fakat yanlış zamanda çıktı.

Belki de doğru zamandı, bilemiyorum... Nerden baktığınıza bağlı!

Müzakere süreci başlayınca (“barış tehlikesi” baş göstermişti çünkü) gazetecilik alet ve edevatlarını yüklenip dağa çıktı ve gerilla temsilcileriyle görüştü.

Görüştüğü gerilla temsilcilerine şunları söyledi: “Bu Tayyip var ya, sizi satacak... Sakın silah bırakmayın...”

Romantik isyankâr da, 
ülke onca badireyi atlattıktan sonra, kalkmış, “Ne yani, dağa mı çıkalım şimdi?” diyor ve aklınca “gazetecilik şeraitini” sorguluyor.

Dağa çıkmak istiyorsan, çık. Engel olan yok.

Önce “doğru insan” ol...

Doğru yazılar yaz, doğru habercilik yap.

Polisin Taksim’de katliam hazırlığı yaptığı, annelerin kucağından çocukların zorla alınıp götürüldüğü yalanı sana aittir... “Oğlum kayıp... Oğlumu bulamıyorum... Vali’den yardım istedim...” yalanı da sana aittir. Oğlun Ankara’daydı oysa!

Bir yazında yahut beyanatında, “Kenan Evren döneminde işkence haberleri yaptığım için ödül aldım” buyurmuştun...

Evren döneminde hangi gazetede çalışıyordun?

Bilebildiğimiz kadarıyla Evren döneminde gazeteci değildin... Portakalda vitamin de değildin ama gazeteci de değildin. MİT lojmanlarında kısa pantolonla dolaşan sivilceli bir ergendin.

Hangi işkence haberlerini yaptın?

Hangi ödülleri aldın.

Somut bilgi istiyoruz. Yazı, tarih ve ödül ismi...

Bu bilgileri ver, sonra dağa mı çakırsın, inzivaya mı çekilirsin, bir sahil kasabasına yerleşip bar mı işletirsin, “Para verin, belgeselinizi yapayım” diye yeni kapılar mı aşındırırsın, senin bileceğin iş!