Danışman neden ölsün ki...


Yiğit Bulutbizim gazetenin yazarı; şu yakınlarda Başbakan Tayyip Erdoğan’a ‘başdanışman’ olarak atanınca kendini bir tartışmanın ortasında buldu.


Çıktığı televizyon programında, Başbakan Erdoğan’a karşı tavrındaki büyük değişimi, “2008 yılında IMF’yi kovduğu gün benim için vazgeçilmez oldu” cümlesiyle açıklamış...


Esas vurucu ve bence sorunlu cümlesi ise şu: “Erdoğan için ölmek gerekirse ben ölürüm...”


Sorun zihnimdeki şu tereddütten kaynaklanıyor: Bir devlet adamına ‘onun için ölecek kadar’ bağlılık duyan biri iyi bir ‘danışman’ olabilir mi?


Devlet adamları kendilerine ölesiye bağlı insanları yanlarında bulundurmak isteyebilirler; sadakat onlar için birincil önemde bir özellik taşıyabilir. Kendini devlet adamının önüne atarak kurşuna hedef hale getirmiş sadık insanlar pek çok ülkede görüldü. Eminim, Başbakanlık korumalarının hepsi, öyle bir durumda, gözü kapalı kendilerini ona siper ederler...


Ancak ‘danışman’ sıfatı taşıyan birinden böyle bir davranış tarzı herhalde beklenmemeli. Ondan beklenen, daha farklı özelliklere sahip olmak, sadakatini başka biçimde göstermektir...


‘Ekonomi başdanışmanı’ kendi alanına giren konularda sağlıklı veriler sunmanın yanında, kendisine danışan devlet adamının doğru kararlar almasını sağlamalı ve başarısına katkıda bulunmalıdır. Onu sevenlerin sayısını artırdığı, içte ve dışta ona yönelik algıyı daha olumlu hale getirdiği ve ‘devlet adamı’ görüntüsünü pekiştirdiği oranda görevini yapmış olur bir ekonomi danışmanı...


Tayyip Erdoğan’ın, kendisi için ölecek değil, gerektiğinde kellesini vermeyi bile göze alıp kendisine doğruları söyleyecek danışmanları yanlarında bulunduran tarihimizin önemli simalarından farklı olacağını hiç sanmıyorum.


Hz. Ömer’in, halife olarak sorumluluklarının altında ezildiğini hatırlattıktan sonra, “Bir de yanlışlık yaptığımda sizler de korkup doğruyu söylemezsiniz diye endişe ederim” demesi üzerine Hz. Huzeyfe’den aldığı cevap bilinir: “Vallahi, hak yoldan saparsan seni kılıçlarımızla düzeltiriz...”


Bu cevap üzerine Hz. Ömer sevinmiş, muhatabına sarılmıştı...


Aynı tedirginliği paylaştığı cemaatten de benzer bir cevap almıştı Hz. Ömer...


Fatih’in hocası Akşemseddin’in İstanbul’un kuşatılması sırasında yaşanan bir bozgun durumu üzerine öğrencisine gönderdiği aslı Topkapı Sarayı’nda bulunan mektububilmez mi Tayyip Erdoğan?


Şu eleştirel satırlarını özellikle: “Yeni gelişmeler oldu. Birincisi, kâfirler rahatladı, sevince boğuldu, moral buldu. İkincisi, sizin görüşünüzün eksik, hükmünüzün ve kararlarınızın isabetsiz, sözünüzün tesirsiz olduğu görüşü kuvvet kazandı. Üçüncüsü, dualarımızın kabul olmadığı, müjdemizin geçersiz olduğu ifade edilir oldu. Bu bakımdan bu hadise bunun gibi pek çok mahzurlar doğurdu.”


Ardından da neler yapılması gerektiğini açık bir dille bildirir ‘danışman’ Akşemseddin...


Başbakan Erdoğan, eminim, kendisine ‘danışman’ atarken iyi bildiği bu tarihi olayları zihninden geçiriyordur...


Devlet adamının yanında yer alanlar, hep onun hoşuna gidecek görüşler açıklıyor, en kritik anlarda ağızlarını açmıyor, gördükleri yanlışlıklar karşısında seslerini çıkarmıyorlarsa görevlerini iyi yapmıyorlar demektir...


Herhalde yeni danışmanını bu yolda uyarmıştır Tayyip Bey, ama sözün sahibi sütun arkadaşım, ben de görüşümü açıklayayım istedim.