Mustafa KARAALİOĞLU
Mustafa KARAALİOĞLU
Tüm Yazıları

Darbe kayığına binmenin rutin tarihi

Herkes bilmeli ki bugün ne yaşanıyorsa Türkiye’nin bir gün mutlaka yaşaması gerekenlerdir. Dün olmadı, bugün olmasa yarın mutlaka bu sahneleri yaşayacaktık. Devletin henüz yıkılmamış derin dehlizleri var ve o dehlizler yıkılmadan oralara her zaman adayların olacağını unutmamak gerekir. Siyasal iktidar meşru, legal, rutin ve olağan yürüyüşünü sürdürürken bu yürüyüşün zıddı bir hareketin olması beklenmedik sayılmamalıdır.  Askerden, yargıdan ve Ergenekon’dan boşalan illegal alanların sahipsiz bırakılacağını düşünmek saflık olurdu.

Bir gün bunu düşüneceğiz elbette ama o dehlizlerin yıkılışına şahitlik yaptıktan sonra.

Yaşamakta olduğumuz darbe girişimine bağlı olaylar ve operasyonlar dramatik olduğu kadar derin devletsiz bir hukuk devleti yaratmak için bir fırsatın da anahtarıdır.

Böyle olduğu için 17 Aralık darbe girişimi sadece hükümetin, sadece Tayyip Erdoğan’ın ve sadece AK Parti’nin değil herkesin ortak sorunudur. Bugün, CHP ya da MHP veyahut da Erdoğan’la kindar hesapları olan bütün irili ufaklı kesimlerin gündelik çıkarına hizmet ediyor görünebilir. Mesela, cemaatten alınacak destekle muhalefetin birkaç belediye başkanlığı kazanma ihtimali hesap edilebilir. Ya da mesele algı operasyonu olduğuna göre, 17 Aralık algısı iktidarın imajına darbe indirebilir diye hesaplar yapılabilir.

Daha şimdiden bu hesapların fiyaskoya doğru koştuğu malum....

Türkiye, yolsuzluğu değil hükümete ve bizatihi Erdoğan’a karşı darbeyi konuşuyor. Konuşmak istemeyen bile kendisini kaçınılmaz olarak bu çatışmanın kavramlarıyla ifade etmek zorunda kalıyor.

28 Şubat darbesi, Danıştay ve Dink cinayetleri, 367 skandalı, 27 Nisan bildirisi, Cumhuriyet mitingleri, Balyoz, Ayışığı girişimleri, parti kapatma davası, 7 Şubat kalkışması neyse bugünkü manzara da odur. O vak’alardan murad edilen iktidar değişiminin karakteri her neyse bugünün karakteri de odur.

Aynı yoldan geçenler

Dolayısıyla...

O gün kim hangi safta kalmayı tercih edip hangi sonucu almışsa bugün de aynı şablon geçerli olacaktır. Danıştay sonrası, 27 Nisan gecesi veya kapatma davası sonrası kim AK Parti’nin yenilgisine siyasi yatırım yapmış ve sonrası ne kazanmışsa bugün darbe girişimine yapılan yatırımların akıbeti de o olacaktır. Tabiatı gereği olmak zorundadır da... Eğer olmazsa, geride adına devlet diyebileceğimiz bir mekanizma kalmayacaktır.İllegal olanın legal olana galip gelmesi düşünülemeyeceğine göre kimin AK Parti ile veya Erdoğan’la hesabı varsa bunu darbe kayığına binmeden görmek mecburiyeti vardır.

Darbeden sadece darbeci kazanır, o da ayrı bir gerçek.

Bugün cemaatin içine düştüğü sarmal da bu gerçeğin dışında değildir. Kazanmak için önce meşru olmak, hukuk sınırları içinde bulunmak ve bütün siyasi aktörlerle aynı kurallara tabi olmak şarttır.

İktidar mücadelesine giriştiği andan itibaren Gülen grubunun varlık tanımı bu temel şartların hiçbirisine uymamaktadır. Ne devlet içindeki kadrolaşma prensibinin legalitesi kalır, ne hukuka uyar,  ne de “seçilmişlik” şartıyla; yani demokrasiyle uyumdan söz edilebilir.

Kendini bitirme planı

Böyle olduğu için, iktidara karşı hayati bir saldırı başlattıktan sonra dini, manevi ve sivil karakter de kimseye meşruiyet sağlamaz. Zira, o kavramların hepsi birer paravana dönüşür. Ki, bugün 17 Aralık’tan bugüne kadar geçen o kısa süre bile cemaatin 40 yıllık temel özelliklerini unutturmaya yetmiştir.

Bunu yapan; cemaati varoluş karakterinden uzaklaştıran iktidar da değildir, Erdoğan da...

Seçilmiş iktidara ve seçilmiş Erdoğan’a; dolaysıyla da devletin hukuki ve legal karakterine karşı pozisyon almak tabiatı gereği bu sonucu doğurmuştur. Manzara böyleyken çıkıp “Gülen Grubu’nu bitirme planı var...” vs. gibi naralar atmanın anlamı yoktur. Böyle bir plan varsa bu ancak bir cemaatin kendi kendini bitirmeye ahdetmesinden ibaret olabilir.

Cemaat sözcüleri ve kamuoyunda cemaati ilzam eden bütün fiil ve eylemler bizatihi bir kendi kendini tüketme öyküsüne dönüşmüştür. Tekrara hacet yok... Cemaatçi savcı ve polislerin bütün girişimleri, cemaat vakfının bütün açıklamaları, cemaat medyasının adanmış halleri ve bizatihi Fethullah Gülen’in verdiği veya vermediği mesajlar aynı öyküyü tekrar tekrar anlatıyor.