14 Mayıs 1950; çok partili hayata geçişten sonraki ilk seçimlerde Demokrat Parti’nin yaşadığı seçim zaferiydi. Türkiye için siyaset vaktiydi aynı zamanda bu tarih. CHP’nin partizanlık, direktif ve baskılar üzerinden uyguladığı karabasanın siyaset olduğu söylenemezdi ki!
Milletin, ‘Tek Parti’ rejiminin yol açtığı dayatmaya adeta isyan ederek, hürriyet hakkı talep etmesi hareketinden başka bir şey değildi bu aslında. ‘’Gerçek siyaset’’ talebiydi. Şimdiye kadar CHP tarafından, tek parti pandomimi oynanmıştı. Oysa ‘’gerçek siyaset’’ ancak birden fazla siyasi partiyle ortaya çıkabilecek bir harmoniydi.
Tek Parti rejiminin vatandaş nazarında kaçıp kurtulunmaz ağır monoloğu, milleti sessiz ve edilgen makus bir talihi kabullenmeye yöneltmişti. Demokrat Parti’nin ortaya çıkışı ise, bu çaresizce boyun eğişi, ölgün sessizliği değiştirdi.
Menderes, insanlara özgürlüğü vaad ediyordu. Halk, umut etmek istiyordu... Demokrat Parti’nin 14 Mayıs 1950 zaferinin ardında, CHP’nin bir mirasyedi gibi kısa sürede tüketerek tiranlığa çevirdiği, iyi gitmeyen bir devlet yönetimine, evet itiraz vardı. Ama salt politik eleştiriden ibaret de değildi 14 mayıs zaferi. İnsanlar, günlük yaşantılarında hür olmak ve yaşantılarını değiştirebilmek adına umut beslemek istiyorlardı. Demokrat Parti, siyasetin olduğu kadar, hürriyet ve umudun da simgesiydi.
14 mayıs 1950’den, 27 Mayıs 1960 darbesine kadar geçen süreçte seçim kazanarak iktidara gelemeyenler, ancak cunta ihtilaliyle amaçlarını gerçekleştireceklerdi. Darbe sonrası çok ağır sonuçlar yaşandı, Başbakan Menderes ile bakanları Polatkan ve Zorlu idam edildiler. İnsanların siyasete dair umutları, adeta o orman yangınında kül edilip semaya savruldu...
Darbelerin ne kadar ağır sonuçlar getirdiğini en iyi bilen toplumlardanız yeryüzünde... Bu yakıcı bilgi bize, siyasal partiler ve seçim sistemine dayalı bir demokrasi düzeninin, ne kadar değerli olduğunu, hayati ve insan onuruna uygun olduğunu öğretti...
Nitekim, 15 Temmuz darbesine karşı dünyanın en asil direnişini koyarak, darbecileri püskürten aziz milletimiz, bir destan yazdı. Dünyada eşi benzeri bulunmayan bir direnişti bu, ellerinde silah namına bir şey olmayan insanlar, teyzeler, amcalar, gençler, orta yaşlılar, sokaklara inerek, tankların, helikopterlerin, keskin nişancıların önüne durdular... Darbeyi şehitlerimizin önderliğindeki milletimiz durdurdu...
Son günlerdeki darbe söylentileri hepimizin sinirlerinin gerilmesine sebep oluyor. Şehitlerimizin kanı henüz kurumamışken fütursuzca dile getirilen veya hissettirilen darbe söylemleri asla kabul edilemez! Bu konuda hukukun hızlı işlemesi gerekiyor. Ne var ki darbe söylemlerini ve beklentilerini çıkaranların bir kısmı siyaset maskesi altında gizlenmeyi tercih ediyor. Açık söyleyelim: Darbe tehdidi, siyasetin bir parçası olamaz!
Darbeyle ilgili başarılı bir algı yönetimi yürüten bu kötülük mahfillerinin hazırladığı oyunlara da düşmemek gerekiyor. Bu bağlamda tv’lerde veya sosyal medyada ortaya çıkan darbe karşıtı dilin çok iyi bir sınav verdiğini de söyleyemeyiz ne yazık! Darbeye karşı çıkarken kuşanacağımız dilin, onurlu bir dil olması gerekiyor. 15 Temmuzun değerler dünyasına, şehitlerin ruhuna uygun bir tavırla mücadele etmek gerekiyor.
Yeryüzünde her şey yerçekimi yasalarına tabi ve aşağı doğru iniyor. Aşağı doğru inmeyen tek şey ise şehitlerin aziz ruhları, onlar Allah’ın inayetiyle Allah’a koşuyorlar. Onların bu parlak hikayesine saygı duyan, onlara yakışan, onları özleyen ve onların ahlakını kuşananlardan olmayı nasip etsin Allah!