Davutoğlu ve Stratejik Derinlik

Dış İşleri eski Bakanı ve yeni Başbakan Ahmet Davutoğlu’nu öğrenmek, Yeni Türkiye’nin rotasını kavrayabilmek için 2001 yılında yazdığı “Stratejik Derinlik” adlı kitabını satır satır okumanız gerekir.  Bu kitabı okumadan, sindirmeden ergen gazeteci tavırlarıyla “ne oldu sıfır sorun siyasetine...bak ABD Suriye’yi destekliyor!” gibisinden sorular ve yorumlarla ne bir yere varılır ne de bir şey anlaşılır.

“Strateji” günlük, aylık ya da yıllık belirlenmez. Uzun bir döneme yayılır ve taş taş üstüne konularak geliştirilir. Günlük hatta yıllık yapılanlar öngörüdür, taslaktır, her an değişime uğrayabilir.  Onun için önce stratejiyle öngörüyü hatta falcılığı birbirine karıştımamak gerekir.

Davutoğlu “tarih-mekan-kimlik çelişkileri giderilmeksizin siyasilerin bir hedefe varamayacağını,” belirtir. Ne demektir bu? Osmanlı, sömürgeci güçlerin ve onların içerideki düşmanlarının bitip tükenmeyen saldırıları sonucu un-ufak olduktan sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti dış siyasetini kıtasal mücadele alanlarına girmemek ve  varlığını milli sınırlar içinde güçlendirerek korumak üzerine kurdu. Muhteşem geçmişiyle bütün bağlarını kopardı. Osmanlı sürekli aşağılandı, onu hatırlatacak hemen herşeyi kitaplardan da hafızalardan da silmek için olağan üstü bir çaba harcandı; çöküşün nedeni olarak inanç gösterildi, İslam bir tür düşman ilan edildi, padişahlara “kızıl” “sarhoş”, “deli”, “şehvet düşkünü”, “kan içici” gibi iftiralar atıldı. Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılan bu uygulamalar, daha sonra Recep Peker’in anlatacağı gibi “inkilapların kök salması için” gerekliydi! Yani Sovyetler’de 1917 sonrası uygulanan yöntemler gündeme oturtuldu. Geçmişle ilgili her türlü bağ kopartılmak istendi. Sayısı 17 milyona yaklaşan nüfusun inanç ve tarihsel temelleri silinip yerine buram buram faşizm kokan, hiçbir tarihsel gerçeğe dayanmayan, onca efsane ve masaldan türetilmiş bir Türkçülük oturtuldu. Hilafetin  kaldırılmasıyla da başta komşularımız olmak üzere hemen bütün Müslüman ülkelerle tarihsel, kültürel ve dini bağlarımız neredeyse koptu. Bu bağların kopması için başta İngiltere, bütün sömürgeci devletler Osmanlı mülkünde kurdukları yeni yetme devletlerin başına kendilerine mideden bağlı şeyhler, sultanlar, krallar oturttular ve onlar aracılığıyla Osmanlı’nın nasıl da acımasız, kan döken, alıp da vermeyen, sömürgeci bir yapı olduğunu anlatıp durdular yıllar yılı. Ancak, özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında, bölgeye jandarma ve doğal kaynakların bekçisi kimliğiyle yolladıkları İsrail üzerinden Orta Doğu’yu kana ve göz yaşına boğdular.

Davutoğlu, yıllardır bize ezberletilen Türkiye’nin “Jeopolitik önemini” nin günümüzde ne anlama geldiğini çok güzel açıklar kitabında:  Soğuk savaşın bitimiyle Türkiye’nin jeopolitik konumu dünyaya açılan stratejisinin bir parametresi olmaktan çok, var olanı (statükoyu) koruma stratejisinin aracına dönüşmüştür. Bırakın uluslararası bir oyuncu olmayı, bölgesel bir piyondan öte rol biçilmemiştir Türkiye’ye. Bu da ülkenin jeopolitik kozunu kullanmasınına vurulan  kelepçedir. “Jeoplitika dünyaya açılmanın ve bölgesel etkinliği küresel etkinliğe dönüştürmenin bir aracı olmalıdır!”  Türkiye, uluslararası çevreye açılabilmek için taktik önceliklere dayalı bir sıralama yapmak zorundadır: Öncelikli olarak Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkaslar’dan oluşan Yakın Kara Havzası ,sonra Karadeniz ve Doğu Akdeniz’i kapsayan Yakın Deniz Havzası ve Avrupa, Kuzey Afrika, Güney, Orta ve Doğu Asya’yı içeren Yakın Kıta Havzası Türkiye’nin dış siyasetindeki yeni dönemde çok önemlidir.  

Davutoğlu Azerbeycan’ın Türkiye açısından Kafkaslar’daki en önemli stratejik müttefiki olduğunu belirttikten sonra Balkanlar’da Arnavutluk’un altını çizer. Kafkaslarda Azerbeycan Balkanlar’da da Arnavutluk “istikrarlı ve güçlü bir bölgesel konuma oturmadıkça” Türkiye’nin Adriyatik ve Hazar’a yönelik siyaset geliştirmesi mümkün değildir.

Ahmet Davutoğlu ,Türkiye, Batı Avrupa ve ABD’yle yakınlaşmak adına yakın kara havzası olatak nitelendirdiği Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkaslar’la yabancılaşma hatasına düşmüştür ki, öncelikle bunun onarılması gerektiğini vurgular kitabında.  Özetle Yeni Türkiye’nin ne anlama geldiğini ve yol haritasının ne olacağını uluorta sormak yerine “Stratejik Derinlik” adlı kitabı okumak ve de anlamak yeterli olacaktır!