Değişim, siyaset ve şantaj

Türkiye’nin yakın gelecekte üstleneceği rol ya da roller üzerine konuşurken, birkaç önemli engelin, hem zihinlerde, hem de pratikte aşılması gerekiyor. Aksi takdirde geçmişin kodlarının yeniden ‘hortlaması’ ve sistemde güç kazanması işten bile değil.

Değişim, kendi dinamikleri gereği, zaman zaman kendisini taşıyan aktörleri ya tasfiye eder ya da onların da kendisini değiştirmesini dayatır. O ana kadar değişimde önemli rol oynasalar bile, bir sonraki sürecin mantığını ve özelliklerini kavrayamadığı, taşıyamadığı veya öngöremediği için oyun dışı kalanlar, hızla karşı cepheye düşebilir.

Öte yandan gidişatı gözden geçirebilme ve bir gelecek tasavvuru inşa edebilme kabiliyeti olanlar da, yeni dönemin eskimeyen aktörleri olarak sahnede yerini alır. 

Bunlarda şaşılacak birşey yok. Yakın tarihimizde bunlara dair nice örnek var ve neredeyse hepsinde değişimin karşısında yer alanlar unutulup gidenler oldular. Adnan Menderes nasıl anılıyor, Turgut Özal’ı kimler nasıl hatırlıyor, Necmettin Erbakan’la ilgili bugün neler konuşuyoruz? Öte yandan mevcudu ne pahasına olursa olsun koruma arzusunda olanları hatırlamıyoruz bile.

‘Mevcudu korumak’ hususunda, başka bir ifadeyle ‘statüko’ya sıkı sıkıya sarılma konusunda bazı başlıkları hızla gözden geçirmenin vaktidir. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, neredeyse her zeminde, sistemdeki tıkanıklığı aşmanın yolları üzerinde görüş beyan ediyor. Çözüme dair de ciddi bir önerisi var: Başkanlık sistemine geçilmesi.

Bunu öneren siyasetçi, yakın tarihin en büyük risklerine imza atmış bir isim. Büyük emeklerle, çabalarla ve siyaseten önemli riskler üstlenerek geldi Türkiye bugünlere. Demokrasi, hak ve özgürlükler açısından bugün artık varlığına alıştığımız pek çok kazanım, daha dün hayal bile edemeyeceğimiz bir yerde duruyordu. Bunların kolay kazanılmadığını unutmayalım.

Tayyip Erdoğan’ın liderliğinin, çok daha kolay yollar varken, en riskli olanları tercih ettiğini ve bunların faturasını ödemeye hazır bir iradeyle hareket ettiğini de unutmayalım. Aksi takdirde kolay kazandığımızı düşündüğümüz her şeyi aynı kolaylıkla kaybederiz.  

Bir genel seçime doğru gidiyoruz. Seçimler yapılacak, bir siyasi parti ötekilerin önünde ipi göğüsleyecek ve Türkiye yoluna devam edecek. Elbette sandıktan çıkan her sonuç, eninde sonunda seçmenin iradesi olarak ülkeyi doğruya götüren bir yol haritası anlamına geliyor. Kimsenin buna ne itirazı var, ne de başka bir arayışı.

Şu sıralarda özellikle İstanbul sermayesinin bir kesimi eliyle parlatılmak istenen Kürt siyasetinin kimi aktörleri, kendilerini kimin hangi amaçla nereye taşımak istediğinin ne kadar farkındalar bilinmez. Palavra, yalan ve manipülasyonun adresi olan gazetelere misafir olarak verdikleri mesajların, onları daha sahici ve kuşatıcı hale getireceğini düşünüyorlarsa, peşinen aldanıyorlar.

Daha kuşatıcı olmak, daha samimi ve sahici olmak için önlerinde basit bir yol var. Eli silahlı bir örgütün gölgesinde siyaset yapmayı reddedip yola öyle çıkmak. Bu kadar zor mu? Alışkanlıklara ve silahlı bir örgütün kendilerine sağladığı ‘konfor’a bakılırsa evet. Çok zor. En tuhaf olanı da böyle bir çarpıklığın, birileri tarafından yok sayılıp ambalajlar üretilmesi.

Türkiye’nin kazanımları millet iradesinin ürünü ise, yeni dönemde adım atacak herkesin bu iradenin kendilerine sağladığı alana saygı duyması gerekiyor. Kendilerini değişimin tek adresi olarak görenlerin uğradığı hezimetler, tarihin çöplüğünde duruyor. Elinizi taşın altına sokmakla, elinde taş tutarak siyaseti tehdit etmeyi birbirine karıştırırsanız, sizi bekleyen akıbete de katlanırsınız.

Keşke kaybeden sadece siz olsanız...