‘Deli, delinin sopasını görünce kendi sopasını saklar'mış... Şimdi o deli, kim olacak?

'Ukrayna Mes'elesi', sadece bizi değil, bütün dünyayı da ilgilendiriyor.

Bir haftadır bütün dünyanın haber bültenlerinde temel gündem konusu, haliyle... Yani, Ukrayna Mes'elesi, bugün sadece Ukrayna'nın değil, bütün insanlığın mes'elesi...

Çünkü, 30 yıl öncelerde Sovyet Rusya çöküp dağılınca, onun enkazı üzerinde ortaya çıkan 15-16 devletten ve nüfus itibariyle de Rusya'dan sonra ikinci büyük ülke olan Ukrayna, dünyanın gözü önünde, günlerdir eziliyor ve ezen güç olarak ortaya çıkan Putin Rusyası ise, kendisine karşı çıkılması ihtimalini bertaraf etmek için, nükleer silâh gücünü kullanabileceğini sözkonusu ediyor.

Bu tehditle teslim alınmaya çalışılan, sadece Ukrayna değil, bütün dünya...

Putin, o korkunç silâhı kullanır mı?

'Kullanmaz!' diye kim garanti verebilir?

'Delidir, ne yapsa yeridir.' sözü her zaman ve mekânda geçerli değil midir?

Düşman ve karşıtları, ona, 'çılgın, deli...' derken, tarafdarları onu süper insan olarak niteleyeceklerdir. Hitler, Churchill, Stalin, Truman vs. liderlerde de öyle olmadı mı?

*

Bir kimse veya bir devlet, kendi varlığını korumak için başka bir yol kalmadığını düşünürse, elindeki ve en zor zamanda kullanmak için, en sona sakladığı silâhı devreye sokmaz mı? Hattâ, gelecekteki muhtemel tehdit ve tehlikeleri bertaraf için de o en ağır silâhlar devreye sokulmaz mı?

Putin de, bugün bu noktada... Belki de, zaafını güç olarak sergilemek taktiğine başvuruyor.

Amerikan Başkanı Biden, 'Ukrayna konusunda önümüzde iki tercihimiz vardı. Ya, 3. Dünya Savaşı, ya da -kısa vâdede sonuç vermese bile-, ekonomik yaptırımlar... Biz yaptırımları tercih ettik...' demedi mi?

*

Sözün burasında, İkinci Dünya Savaşı'nın son demlerine dönelim...

Savaşın Avrupa cebhesi, 8-9 Mayıs 1945 gecesi, Almanya'nın kesin yenilgisi ve teslim olmasıyla sona ermişti... Uzak Doğu ve Pasifik'teki savaşlarda da artık nefesi tükenen Japonya ise, üç ay kadar daha direniyordu, ama, teslim olmanın şartlarını da araştırmak peşindeydi...

Franklin Roosevelt'in Nisan-1945'de ölmesi üzerine yerine geçen Başkan Yardımcısı Harry Truman ise, 'Japonya'nın bir takım şartlarla teslim olmasına fırsat verilmemesi; ve dünyada Amerika'ya meydan okuyacak bir gücün bir daha ortaya çıkmamasını garanti edeceği ve bütün dünyaya ders olacağı düşünülen ilk 'Atom Bombası'nın denenmesi' düşüncesindeydi...

*

Başkan'ın günlük hayatının tarihini tutan yazıcısı, 'Sabahleyin, savaş gemisinin güvertesinde Başkan Truman'ı selâmlayan bando takımındaki bir assubayın serçe parmağının kazaen kırılıp, hemen revire kaldırıldığını' yazmıştı; 6 Ağustos 1945 sabahı.

Ama, aynı yazıcının, biraz sonra yazdıkları daha da ilginçti...

Çünkü, Başkan Truman, güvertedeki şezlonguna uzanıp, günlük raporları okurken... O anda yeni bir haber verilince... Başkan'ın âdetâ elektrik çarpmışcasına havaya fırladığını ve 'emsâlsiz bir zafer kazanıldığını' söylediğini yazacaktı...

Truman'a verilen yeni haber, Japonya'nın -üstelik de hiç bir askerî üss ve birliğin bulunmadığı, tamamen sivil halkın yaşadığı- Hiroşima şehrine atılan atom bombasının başarılı şekilde atıldığı'na dairdi...

Ve o korkunç bomba ile, bir anda, 80 binden fazla insan can vermiş; Hiroşima ise, bir kül yığınına dönmüştü.

Evet, insanlığın atom bombasıyla ilk tanışması böyle olmuştu.

Başkan'ın tarihçisi, o 'büyük zafer' haberini aldıktan sonra, Truman'ın, savaş gemisinin revirine gidip, serçe parmağı kırılan assubayı ziyaret edip halini soracak kadar 'yüce gönüllülük gösterdiğini' yazacaktı.

Evet, serçe parmağı kırılan assubayın acısını yüreğinde hissedecek kadar bir hassasiyet ve yüce gönüllülük... Ve o anda, ilk 'atom bombası'yla 80 bin insan kavrulmuş ve 100 binden fazlası da henüz can çekişmekteydi...

Onların acısına da Truman düşünecek değildi ya, değil mi?

Dünya, neyin ne olduğunu anlamaya çalışırken, Truman, insanlığın, konuyu tam öğrenmesi için, ikinci bombayı da iki gün sonra bir diğer sivil şehir olan Nagazaki'ye attıracak ve kurbanların sayısı, 300 bine ulaşacaktı.

*

Daha sonra, Truman, Stalin ve Churchill, Berlin yakınlarındaki Potsdam'da bir araya gelip dünyayı nasıl bölüşeceklerini konuşacaklardı.

Truman o sırada, Stalin'in gururlu halini, annesine yazdığı mektupta anlatırken, onun için, 'O.... çocuğu' ifadesini kullanacak ve sonra da, 'O da bana öyle der değil mi?' diyerek, 'o nitelemesinin yerinde olmadığını' ifade edecekti..

*

Bugünküler birbirlerine ne der, ne demez, ayrı konu...

Ama, Ukrayna Buhranı vesilesiyle, kendisine uygulanan ekonomik yaptırımlara, 'nükleer silah' kullanmak tehdidiyle karşılık veren Putin, Amerika'nın dünya halklarının sosyo-psikolojik dünyasını teslim aldığı 'Atom' gücünü, 77 yıl sonra kullanabileceğini söyleyerek, aynı neticeyi elde edebileceğini düşünüyor herhalde...

*

Nükleer silâhların korkunçluğu, sadece denk olmayan güçlerarası bir savaşta kullanılmak ihtimalinden değil, devreye başka nükleer silâhların girebileceği endişesinden geliyor. Nitekim, Biden'ın o ihtimali sözkonusu etmesine karşı, Putin de restini çekmiş oluyor, böylece...

Görelim, hangi deli, sopasını saklayacak?

*

Evet, emperyalist şeytanî güçler, gizli-açık bir uzlaşma ile diğer savaşları tahrik ve teşvik ediyorlar, ve amma, kendi bünyelerine yönelik bir tehlike ortaya çıkınca... 3. Dünya Savaşı'ndan bile söz edebiliyorlar.