Delirdiler... ‘Kan’ diyorlar, ‘idam’ diyorlar, ‘mezarına bile tükürmem’ diyorlar!

Delirdiler... Eli kanlı bir terör örgütünden “halk cephesi” yarattılar... 

Kemal Kılıçdaroğlu’nun anlayış ve empatiyle yaklaştığı “cephe”, önceki gün evinin önünde durmakta olan Burak Can Karamanoğlu adlı genci öldürdü... Ve şu mesajı geçti kamuoyuna: “AKP’li sivil faşistler silahlanarak devrimcilere saldırdı. Cepheliler bu saldırı karşısında kendilerini ve halkı savunmak için silahlanarak karşılık verdi. Çıkan çatışmada sivil faşistlerden biri öldü ikisi de yaralandı.”

Bu mesaj, bazı yayın organları tarafından paylaşıldı...

Bu, herhangi bir ölümdü...

Bir değer taşımıyordu...

Bir “faşist” temizlenmişti alt tarafı...

Bir faşisti temizlemekle övünen “cephe”, itfaiye aracında sıkışmış görevlileri kurtardığı için, muhterem Aydın Doğan’ın bir televizyonu tarafından, “kahraman çocuklar” olarak ilan ediliyordu neredeyse... Oysa o görevliler “linç” çığlıkları eşliğinde, “cepheliler” tarafından sıkıştırılmıştı aracın içinde. Bunu bütün Türkiye izledi...

Delirdiler... “Çapulcuyum” diyen işadamı, Berkin’in defnedileceği gün, mağazalarına bir tamim yolladı: “Su ve yiyecek depolansın... Sağlık gereçleri bulundurulsun... İnternet erişimi serbest hale getirilsin...”

Derken bir mesaj:

Şiilere ve Alevilere hep kötü gözle bakmış, Tunceli Alevileri hakkında hoş olmayan sözler sarf etmiş bir cemaat önderi, bir başsağlığı mesajı yayınladı; sanki bir önemi varmış gibi, Berkin’in “Alevi” kimliğini hatırlattı.

Öldürülen Burak Can için de bir mesaj yayınladı mı?

Bir mesaj yayınladıysa, Burak Can’ın “Sünni” kimliğini hatırlattı mı?

Daha doğrusu, bunu hatırlatması mı gerekirdi?

Delirdiler ve Hasan Cemal’iyle, Cengiz Çandar’ıyla, Ertuğrul Özkök’üyle, Yılmaz Özdil’iyle, Uğur Dündar’ıyla, solcusuyla, liberaliyle, camia mensubuyla, (Melih Altınok’un ifadesiyle) “15 yaşındaki bir çocuğun birkaç kilo kalmış cansız bedenine diktiler gözlerini”; o bedenin arkasından ateş edip duruyorlar...

Delirdiler...

Ellerinde telefon kayıtları, şantaj kasetleri, tapeler, “diktatör” diye bağırıyorlar...

Delirdiler...

Histerik çığlıklar atarak internete düşecek ses kayıtlarını bekliyorlar.

Delirdiler... Muhsin Yazıcıoğlu cinayetini “diktatör” diye suçladıkları adama yıkmaya uğraşıyorlar.

Delirdiler... Seçimle alt edemeyeceklerini anladıkları siyasetçiyi, Ukrayna’da olduğu gibi, “sokak nümayişleriyle göndermenin lojistiğini” hazırlıyorlar... (“Gezi olaylarında Şişli’de lojistik desteği ben sağladım” diyordu biri. Bu “biri”ni, önce “hırsız”lıktan CHP’den attılar, sonra İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Adayı yaptılar... Emrine de birtakım abiler ve ablalar tahsis ettiler... Maklubeli toplantılar düzenleyip, “diktatör”e akıbet biçiyorlar.)

Delirdiler... “Asmaya götürseler üzülmem... Mezarına bile tükürmem...” diyorlar...

Delirdiler... “Helikopterle mi kaçacak? Malezya’ya mı sığınacak?” diye fal bakıyorlar.

Delirdiler... Artık şu türden yazılar yazıyorlar: “Başı açık bir kadın, kapalı bir kadına arkadan ‘hırsız’ diye bağırıyor. İthama maruz kalan bayan diğerinin yanına gidiyor ve diyor ki: ‘Beni AK Partili zannettiniz herhalde, ben Hocaefendi cemaatindenim.’ Hırsız diyen bayanın tavrı şu oluyor: ‘Gel öyleyse seni alnından öpeyim’...”

Bu çirkin ve pespaye tevatürlere bile tamah ediyorlar.

Buraya kadar düştüler...

Devletin gizliliğine girilmiş, kriptolu telefonlar çözülmüş, kriptolu telefonlardan elde edilen bilgiler yabancı istihbarat örgütlerine servis edilmiş, ciddi bir “ulusal güvenlik sorunu” baş göstermiş...

Hiçbiri umurlarında değil...

Delirmiş gibi bağırıyorlar... Delirmiş gibi saldırıyorlar...