"Terörist başının tecridi kaldırılırsa gelsin, TBMM'de DEM Parti grup toplantısında konuşsun, terörün tamamen bittiğini haykırsın. Bu kararlılığı gösterirse umut hakkından yararlanmasının önü ardına kadar açılsın. Adres İmralı'dan DEM'e uzansın, bu sorun ülke gündeminden tamamen çıkarılsın. Hodri medyan, buna varız." dediği günden beri Devlet Bahçeli'nin Salı terminleri merakla beklenir oldu.
Kendisi de bu beklentiyi karşılıksız bırakmadı. En son yine "sözlerimin arkasındayım" dedi.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan destek vermekle birlikte üzerinde konuşmayı çok tercih etmese de Cumhur İttifakı'nın ortağı olarak Bahçeli adeta el yükselterek gündem etmeye devam diyor.
Konunun gündeme gelişi bir aydan fazla oldu. Epeyce şey yazıldı, çizildi. Kandil'den Edirne'ye, CHP'den DEM'e görüş serdetmeyen kalmadı. Kimler hangi pozisyonda duruyor, takip ettik; işin ciddiyetine münasip bir sürecin yürüyüp yürüyemeyeceğini görmek adına önemliydi bu. Geldiğimiz nokta itibariyle henüz elle tutulur bir çıktı yok, ama elde bir takım veriler var.
Evvela Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ve AK Parti'nin pozisyonunun nasıl ele alındığına bakalım.
Bir kesim diyor ki bu, Bahçeli'nin Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan habersiz başlattığı bir şeydir.
Bu yorumu yapanlar ve satın alanlar, ziyadesiyle Bahçeli ve Erdoğan arasında bir anlaşmazlık olmasını arzu edenler.
Cumhur İttifakı'nın çatlamasının siyaseten iki kazananı olur, ilki CHP ve DEM Parti etrafında kurulan ittifak. Bunlara Zafer Partisi ve İYİ Parti'yi de ekleyelim.
Bir diğeri AK Parti'den kopanlar. Bunlar da uzun zamandır AK Parti'yi "MHP'leşti" diye eleştiriyorlardı. "MHP, AK Parti'nin siyaset yapmasına engel oluyor" görüşünü savunuyorlardı. Tabelalarını asınca yaptıkları eleştirinin "içeriden" değil rakip siyasi partiden olduğu anlaşıldı. Ayrıca "Kürtleri AK Parti'den kopartıyor" dedikleri Bahçeli hiç ummadıkları şekilde konunun baş mümessili oldu.
Diyeceğim o ki, Bahçeli'nin çıkışlarının Erdoğan'dan habersiz olması, bazı kişilerin temennisi olmanın dışında bence imkansızdır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın meseleye soğukkanlı yaklaşımına gelince; bu işin çözümü adına elini değil tüm vücudunu siyasi hayatını riske atacak şekilde taşın altına koymuş birisi olarak elbet bir bildiği vardır.
O günleri hatırlatmaya bilmem gerek var mı?
Bugün Meclis'te emeklilik keyfi süren Cengiz Çandar ve "pişmanlıkların yazarı" Hasan Cemal gibilerin, PKK ile düşüp HDP ile kalkan sözde entelektüellerin "Ne aldınız ki silah bırakacaksınız" diyerek PKK'ya akıl verdiği günlerdi...
Açık kaynakları okuyan bizlerin gördüğü kadarıyla bile ihaneti yaşadı Türkiye. Herhalde Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın gördüğü, bildiği çok daha fazlasıdır.
Lafın tamamını söylemeye bilmem gerek var mı?
Türkiye'nin bu terör belasından ebediyen kurtulmasını isteyen herkesin PKK'ya silah bıraktırabilecek çözüm ihtimallerine iyimser yaklaşacağı muhakkak. Yeter ki altında Türkiye'nin bölünmesi, milletin Türk-Kürt diye ayrıştırılması gibi garabet fikirler olmasın.
Her şey bir yana, bugünden yarına bir yol alınmasa da, MHP gibi bir partinin liderinin bu meseleyi her hafta konuşuyor olması bile başlı başına olumlu bir gelişmedir.
PKK, PKK ile mücadelenin TSK'ya havale edildiği bir vasatta güçlendi. İçinde FETÖ ve "ABD'nin çocuklarının" yer aldığı, MİT Başkanı'nın CIA'nın şube müdürlüğünü yaptığı dönemlerden geçtik. Kime karşı hangi silahı kullanacağımıza ABD karar veriyordu. Bize gelen istihbarat eş zamanlı olarak PKK'ya da gidiyordu.
Ama artık öyle değil. Devlet Kürtlerle PKK'yı her alanda ayırt edebiliyor. PKK'nın ABD'yle iş tuttuğu, ABD'nin PKK eliyle Türkiye'yi istikrarsızlaştırmaya çalıştığı görülüyor.
Devlet ise artık kendi istihbaratı ve silahlarıyla mücadele ediyor. FETÖ ve NATO eğitimiyle devşirilmiş müstemleke zihniyetli askerlerini ihraç etmiş olarak...
Meclis'teki tüm partiler yan yana gelebildikten sonra konunun çözülmeyecek bir tarafı yok.
Ya devletin uzattığı eli tutacaklar ya da devletin şakası olmadığını görecekler.
DEM bu fırsatı iyi değerlendirirse Öcalan'dan öte bu sürecin asıl aktörüne dönüşebilir. CHP'lilerin sevdiği şekilde söylersek "Sözde değil özde Türkiyelilik" için önlerine çıkmış bir fırsattır bu.
Aksi takdirde Kürtler namına değil, ABD namına, Kandil namına hareket ettiklerini herkesten önce Kürtler görecektir.