Türkiye 80’lerin sonunda Baþbakan Turgut Özal’ýn cumhurbaþkanlýðýný tartýþýyordu. Özal, ‘takunyalý’ydý, ‘hacý’ydý, hatta cumhurbaþkaný olunca ‘Cuma namazý’na gidecekti!
Seçim yaklaþýrken Milliyet gazetesi “Özal aday olsun mu? Yüzde 40 evet, yüzde 51 hayýr” anketini sürmanþete taþýyordu.
Cumhuriyet gazetesi “Muhalefet: Ýndiririz” manþetini DYP lideri Süleyman Demirel’in “Millet seni orada oturtmaz” demeciyle birlikte veriyordu.
Arkasýndan Baykal geliyor, “Ne yapýp edip Özal’ý indiririz” diyor,onun aðzýndan Hürriyet ünlü “Özal sivil diktatör” manþetini atýyor, “Halkýn yüzde 71’i Özal’a hayýr diyor” anketini yayýnlýyordu.
31 Ekim 1989’da SHP ve DYP’nin katýlmadýðý 3. tur oylamada Özal 263 oyla Türkiye Cumhuriyeti’nin 8. Cumhurbaþkaný seçildi. Ve asker kökenli olmayan ‘ilk sivil cumhurbaþkaný’ olarak tarihe geçti.
O günlerde bir teðmenin “Özal’a alýþamadým” mektubu, vesayet odaklarýnýn hislerine tercüman olmuþtu.
Demirel de, Özal’a “Cumhurbaþkaný” yerine “Çankaya sakini” dedi uzun süre; “ülkeyi uzaktan kumandalý baþbakanla yönettiðini” söyledi meydanlarda. Ancak Özal’ýn 17 Nisan 1993’te vefatýnýn ardýndan kendisi de ayný yolu izledi. 1987’de yüzde 36,3 oyla 292 milletvekili çýkaran Özal’ýn oylarý 89 yerel seçiminde yüzde 21.7’ye düþünce “Yüzde 21,7 ile cumhurbaþkaný mý olunur” diyen Demirel, yüzde 27 oyu ve 178 milletvekili olmasýna raðmen SHP ve MHP’nin desteðiyle ancak 244 oy alarak 16 Mayýs 1993’te 9. Cumhurbaþkaný seçildi. Ve Tansu Çiller hükümetini uzaktan kumandayla yönetmek istedi.
Demirel’in yönetimde olduðu 90’lar “faili meçhul cinayetler, gazetecilere, siyasetçilere yönelik suikastler, köy boþaltmalar ve ‘28 Þubat’la” tarihe yazýldý. Terör ve 28 Þubat krizlerini ekonomik kriz izledi.
2000’e gelindiðinde siyaset gergindi. Siyasetçiler, kendilerini inkar ederek, “Cumhurbaþkaný bizden olmayacaksa kimseden olmasýn, devletten olsun” dediler. Türkiye iki sivil siyasi cumhurbaþkanýnýn ardýndan bir “geri adým” attý ve Anayasa Mahkemesi Baþkaný Ahmet Necdet Sezer’i cumhurbaþkaný yaptý.
Sezer “ceberut devlet”i diriltti; bu yüzden “üçüncü sivil cumhurbaþkaný” olarak anýlamadý.
Çünkü;
-Cumhurbaþkanlýðý, eskisi gibi “sivil siyasi iradeye mukayyet olma” makamý oldu.
-Asker bürokrasisi aðýrlýklý MGK’nýn vesayeti Sezer’le güçlendi.
-Sezer, askere vekaleten hükümete mukayyet oldu.
-Sezer’in yetmediði yerlerde “destek kuvvet” olarak eski mahallesi, “yargý” devreye girdi.
-Sivil siyaset “hükümet” oldu, ancak hükmedemedi.
-Devlet sivil siyasetçiye emanet edilmedi!
2007’de de “cumhurbaþkanlýðý krizi” çýkmasýnýn nedeni de buydu. AK Parti iktidarý güçlüydü ve “devletlü cumhurbaþkaný” yerine “sivil cumhurbaþkaný” seçecekti.
Devletlülerin “seçtirmeme” çabasý ile sivil siyasetin “seçme” gayretinden iki önemli sonuç çýktý:
-Meclis’te sivil siyaset galip geldi ve Türkiye Abdullah Gül’le “üçüncü sivil cumhurbaþkaný”na kavuþtu;
-Siyasi taraflarýn “Bizden olmayacaksa devletten olsun” kuralý yerine “Millet seçsin” kuralý getirildi.
Türkiye Aðustos’ta bu kez “bir ileri adým” atacak ve milletin doðrudan seçtiði ilk sivil Cumhurbaþkaný ile tanýþacak. Bu “tam doðrudan yönetim”in de ilk adýmý olacak.
Ýsim odaklý tartýþmalara “zihinsel ergenlik” deyip geçelim...
Çünkü fiili durum bize bir “sistem” tartýþmasý dayatýyor.
Zira;
-Cumhurbaþkaný adayý millete vaatte bulunacak, oy ile birlikte güç ve yetki alacak.
-Seçildiðinde de “icracý cumhurbaþkaný” olacak.
-Anayasa gereði cumhurbaþkaný zaten icranýn baþý... Bu durumda anayasadaki “Cumhurbaþkaný seçildiðinde partisiyle iliþiði kesilir” kuralý anlamsýzlaþacak.
-Ýcrai yetkiye karþý ‘cumhurbaþkanýnýn sorumsuzluðu’ çeliþkili bir durum ortaya çýkaracak.
Özetle, “icrai yetki ve sorumluluðu” paylaþan iki siyasi otoritenin birlikte çalýþmasýnýn kurallarýný oluþturmak gerekiyor.
Yoksa isimleri tartýþarak, sadece, ülkenin demokratik düzeyini tartýþanlara “aydýnlarýn demokratik düzeyini tartýþma” bahanesi üretmiþ oluruz.