Demirtaş artık neden espri patlatmıyor?

Klip çekimi gibi. Demirtaş beyaz gömleğini giymiş. Gömlek kolları katlanmış. Ufka bakıyor ve arazideki engebelerden etkilenmeden kararlı adımlarla Cizre’ye doğru ilerliyor, ilerliyor. 

Polis “Efendim kesin talimat aldık, izin veremeyiz” deyip yollarını kestiğinde “mücadeleyi yükseltmek için” direniliyor. Bağdaş kurulup yol kenarında oturuluyor. Güneş altında terleniyor, terler siliniyor. Kumanyalar geliyor, mecbur, yeniyor.

Kendileriyle bitişik yürüyen medyaya “bilseniz nasıl endişeliyiz” deniyor.

Çünkü Cizre, Türk devletinin saldırısı altındadır. Türk polisi Kürt gençlerini katletmektedir. Sarayın emriyle çocuklar ve kadınlar taranmakta, Kürt halkı büyük direniş sergilemektedir. Seçimlerden önce dağdan şehre inmiş PKK’lıların varlığı doğru değildir. Emek Hareketi denilen nevzuhur yapının parti teşkilatı üzerinden halka “dağ kadrosu eylem için şehre gelecek, herkes evini müsaitleştirsin” talimatı saldığı hiç doğru değildir. Hele hele, Şubat 2013’te Kandil’in talimatıyla kurulan YDGH’nın küçücük çocukları, sivilceli gençleri silahlandırıp, şehir milisleri haline getirdiği, sokaklara hendekler kazdırıp mahalleleri abluka altına aldığı, barikat arkasında kıstırdığı insanlara, özellikle de kendisini des-
teklemeyen Cizrelilere Cizre’yi dar ettiği zinhar doğru değildir. Olur mu ayol. Cizre’de halk sivil itaatsizlik yapmaktadır. 

(Mesela bakınız: Selma Irmak, Zaman Gazetesi, 31 Ağustos 2015 / Selahattin Demirtaş, BBC Türkçe, 30 Ağustos 2015 / HDP Heyeti, DİHA, 7 Eylül 2015 ve benzerleri)

130 bin nüfuslu bir ilçenin dünyayla bağlantısının kopmasına samimi bir itiraz olsaydı HDP heyetinin Cizre yürüyüşü, bir evvelinin olması icap ederdi. Ama öyle değil şöyle oldu.

Çözüm Süreci başlamadan önce kurulan YDGH için (24 Şubat 2013) HDP’ye “Öcalan’ın silahlı mücadele dönemi bitmiştir diye dünyaya ilan ettiği bir dönemde neden kuruluyor bu örgüt, niye çocuklar silahlandırılıyor” diye sorduğumuzda, bize “sürecin ruhuna uygun konuşmuyorsunuz” diye çıkışıyorlardı. 

70’ini aşmış KCK yöneticileri yaşı 18 olmamış çocukların kanıyla Rojava’da sosyalist devrim şey ederken “Kürt çocuklarına niye normal bir hayatı değil de dağı ölümü reva görüyorsunuz” diye sorduğumuzda, devrim romantizmi yapıyorlardı.

Hem kamu düzenini bozup hem “Erdoğan Kürtlerin hakkını vermiyor” diye bahaneler ürettiklerinde “Kürtlerin haklarıyla ilgili ne eksiklik varsa buyurun siz de çalışın giderilmesi için. MHP’yi siz ikna edin mesela. Ama her şey Erdoğan’ın iki dudağı arasındaymış gibi konuştuğunuzda tabanınızı yanıltabilir ama çözüm için sonuç alamazsınız” dediğimizde, ciddi-fikri bir cevap vermek yerine “yandaş” diyerek işin içinden çıkmaya çalışıyorlardı.

Yasin Börü ve arkadaşları PKK’lılar tarafından canice hislerle katledildiklerinde Demirtaş, “lanetliyorum” deyip duruma el koymak için illere ilçelere yürümek yerine katliamın çağrıcısı olarak bunalıp terini silince cinayetlerdeki sorumluluğundan da temizlenebileceğini sanıyordu.

KCK 11 Temmuz’da ateşkesi bitirirken, 14 Temmuz’da Türkiye’ye karşı “devrimci halk savaşı” başlatırken ve meşru hükümeti hedef gösterirken, PKK uykusunda polis, kızının eşinin yanında asker vururken, bir tonluk bombalarla onlarca asker polis şehit ederken HDP ne yapıyordu?

PKK dörtnala “devrimci halk savaşı”na doğru giderken Demirtaş, kulağına fısıldanan “seni başkan yaptırmayacağız” suflesini tekrar etmenin, siniri bozuk Erdoğanfobikleri eğlendirmek için espri üzerine espri patlatmanın, saz çalıp türkü söylemenin dışında ne yapıyordu ki, şimdi devletin bölge halkının PKK’ya karşı can ve mal güvenliğini, siyasi tercihte bulunma özgürlüğünü korumak için görevini yapmasına itiraz ediyor?