Demokrasi: Batı krizi ve olası alternatifler

Çağımız demokrasilerinin durumu hakkında eleştirel bir analize vakit ayırmaksızın, Arap uyanışını teşkil eden isyanları değerlendirmek mümkün değil. Batı’daki demokrasi krizinin temel sebepleri ve belirgin hatları analiz edilip kayda geçirilmeli. Öncelikle günümüz devletlerinin ve demokratik şekilde seçilmiş hükümetlerin kendilerini yapısal olarak, ekonomiye fiilen itaat eder halde buldukları kabul edilmeli. Eşitlikçi, demokratik ve/veya şeffaf yönetim pratiklerinin mecburi tutulmadığı bu alan, kendine has zorunluluklara, kurumlara ve çokuluslu şirketlere sahip. Görünüşe göre serbest pazar doktrini, bu laikleştirilmiş düzenin tam kalbinde bulunan yeni bir din biçimini alıyor. Bu anlamda devlet ve dinin güçlerini ayırmak, demokratik bir devletin mevcut diğer ulusal ve uluslararası güç odaklarıyla uzlaştırılması sorununun çözümlendiği anlamına gelmiyor. Ekonomi, finans ve medyaya bakın: Devletler üzerinde öylesine bir güce ve kimi zaman yeni bir otoriteye sahipler ki, ihtiyaç duydukları ve koruduklarını iddia ettikleri demokrasinin temellerini tehdit ediyorlar.

***

Hala kanıta ihtiyaç varsa, son küresel krizler, özellikle 2008’deki, devletlerin finans sektörünün özel faaliyetleriyle ayrılamaz biçimde ilişkili olduğunu gösterdi. Öyle ki, hükümet müdahalesinin kesinlikle gerekli olduğu konusunda ısrar etmek için muazzam medya kaynaklarını kimseye danışmadan seferber eden başlıca özel ve yarı özel bankaların aptallıklarının, açgözlülüklerinin ve sahtekarca faaliyetlerinin bedelini vatandaşlar ödüyor. Artan kamu borcuna rağmen demokratik devletler, zengin fakat demokrasiyle yönetilmeyen bankaları kurtardılar. Burada yeni bir şey yok: Bu olaylar, neo-liberal kapitalist sistemin özünü ve sistemin döngüsel krizlerini nasıl yönettiğini gösteriyorlar. Tüm bunlara rağmen, krizlerin sıklık ve yoğunlukları demokrasinin temel desteklerini baltalıyor. Amerikan federal hükümetinin hassaslığını ve borç yükünü veya Yunanistan, Portekiz, İspanya ve İtalya gibi Avrupa ülkelerinin tepelerinde sallanan iflas tehlikesini gözlemlemek yeterli.

Tüm bunlar yetmezmiş gibi, küreselleşen ekonomi yeni bir ideoloji doğurdu: “İdeolojilerin sonu”. Eski Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’daki komünizmin 1989’daki çöküşünü takiben, sağ ve solun tüm geleneksel siyasi partileri pazar ekonomisinin erdemlerini savunmaya başladılar. Hiçbir ciddi ideoloji, liberal ekonominin temellerini sorgulamaya cesaret edemedi. Siyasi tartışmalar; devlete veya özel sektöre tanınacak özgürlüğün derecesi ve iş dünyasındaki önceliklerin yönetimi konusunda münakaşalara, ekonomik ve sosyal politikalar konusunda her zaman açık veya alakalı olmayan polemiklere indirgendi. “Bizim çağımız ideolojik mutabakat çağı” dendi. Buna ek olarak, tıpkı sözü geçen mutabakat gibi taraflı ve yanıltıcı bir şekilde, “ideolojilerin sonu” iddiasının bizzat son derece ideolojik olduğu gerçeğini gizliyor. Çünkü vizyonunu ve önemini pekiştirmek üzere, gelişmekte olan ekonomik güçlerden (özellikle Çin, Hindistan, Brezilya ve Türkiye) doğrudan tehdit almıyormuş gibi davranan bir yapıdan kaynaklanıyor ve Kuzey ve Güney’de, Güney Amerika, Afrika, Asya ve çoğunluğu Müslüman olan pek çok ülkede, baskın düzene karşı gelebilecek her sesi marjinalize etmeyi amaçlıyor.

***

Demokrasi krizde. Destekçileri gerçek meselelerden kaçınıyor; siyasetteki ve medyadaki güç odakları tarafından yaratılan fırsatları, hem seçimlerdeki amaçlarına hem de popülist hedeflerine ulaşmak için bahane olarak kullanıyorlar. Naomi Klein tarafından tanımlanan “şok doktrini”, tıpkı terörizm ve “terörle savaş” gibi toplum üzerinde psikolojik, duygusal baskı uyguluyor ve ülkede gözetim, yurttaşlık hakları gibi özgürlükleri tehdit edişini, dışarıda ise ABD ve Birleşik Krallık’ınki gibi savaş politikalarını haklı çıkartmak için kullanılıyor. Göç korkusunu, sosyal güvensizliği ve/veya sadece “İslamcı” değil, “İslami” tehlikeyi de kamçılıyor. Politikanın ve medyanın dikkat dağıtma stratejileri olan bu uygulamalar, kaçınılmaz biçimde çağdaş

toplumun siyasi yaşamını ve demokratik tartışmalarını etkiliyor. Korku ideolojisi ve duygu siyaseti, tanım gereği anti-demokratik. Ulusçu, kimlik temelli popülizmin geri dönüşü, kitlesel yabancı düşmanlığı, yapısal ırkçılık ve özgürlükleri kısıtlayan politikalar; demokrasinin ve insan eşitliğinin temellerini hem ulusal hem de uluslararası düzlemde baltalıyor. Artık para insandan daha hızlı ve özgürce hareket ediyor. Yine de genelde beyaz, orta veya üst sınıf ve Kuzeyli bazı insanlar; onlar kadar insan ve masum olan fakat daha çok siyah, Arap, yoksul olan veya Küresel Güney ülkelerinden gelen insanlara göre, daha kolay seyahat ediyorlar.

Bu yazı STAR Gazetesi için kaleme alınmıştır.

>>İNGİLİZCE YAZISI İÇİN TIKLAYINIZ.

YARIN: Bir ideoloji olarak ideolojilerin sonu