Demokrasiden vazgeçerek mi?

Demokrasinin zorluðunu anlamak için devletin tepe noktalarýnda bulunmak gerekmiyor; ikiden fazla kiþinin sorumluluðunu üstlenen herkes bunu yaþayarak öðreniyor. Çok daireli bir apartmanýn yöneticisi bile insanlarýn yönetilemeyiþinden þikâyetçi; zaten bunun içindir ki, kalabalýk siteler, çözümü, yönetimi profesyonel þirketlere devretmekte buluyor.

Ýyi de, ayný çözümü devlet yönetiminde uygulayamýyorsunuz. 20. yüzyýlýn baþýnda imparatorluklar nasýl tasfiye olmuþsa, 21. yüzyýlýn baþlarý da diktatörlüklerin tarihe karýþmasýna tanýklýk ediyor. Halklar kendilerine de sorularak yönetilmeyi talep ediyor. Yani demokrasiyi...

Churchillin “Denenmiþ diðer yönetim biçimleri hariç tutulursa, en kötü yönetim biçimi demokrasidir” dediði bilinir. Doðrudur, birkaç insaný, hatta bir aileyi, herkesin fikrini alarak yönetmek imkânsýz iken, milyonlarca insanýn her dört veya beþ yýlda bir ‘devam’ kararýna baðlý bir yönetim hiç kolay deðildir.

Siyasileri böyle bir zora talip olduklarý için tebrik etmeliyiz.

Zorluðu tartýþma götürmez bir yönetim biçimine uzun yýllardýr sahip ülkeler, çareyi, yetkilerin paylaþýlmasýnda bulmuþlardýr. Yasama ve yürütme gibi sonuçta seçimle gelinilen kurumlar ile pek çok ülkede atamalarýn siyasiler eliyle yapýldýðý veya seçimle gelinilen yargý arasýna bunun için kalýn duvarlar çekilmiþtir. Medya da bir tür ‘ombudsman’ görevi üstlenir demokrasilerde...

Bütün kuvvetlerin yetkilerinin birbirine karýþtýðý, ya da yetkilerin belirli ellerde toplandýðý demokrasiler kolayca krize girebilir. Herkes belirli bir güce yaranýrken baþkalarýnýn gözünü çýkarýr, kiþisel ve kurumsal çatýþmalar ön plana çýkar, ordu bile savaþmaz olur... Oysa ‘kuvvetler’ birbirinden ayrý tutulursa, yasama, yürütme ve yargý hem birbirini denetler, hem de biri yanlýþ yaptýðýnda diðerleri çýkýþ yolunu göstererek krizsiz çözüm üretir.

Yine de krizler çýkabiliyor demokrasilerde, ancak ‘kuvvetler ayrýlýðý’ ilkesi ve uygulamalarý sayesinde fatura yanlýþa en yakýn duran kiþiye veya kuruma çýkartýlarak sorunun üstesinden gelinebiliyor. Son zamanlarda Yunanistan ve Ýtalya’da yaþandýðý türden derin krizlerde faturayý bütün bir siyasi sýnýfýn ödediði de olabiliyor.

Neticede kendi içinde çözümler üretebilen bir sistem demokrasi... Bunu çabuklaþtýrmak için de, ‘sivil toplum’ ile yakýn temas, parti örgütlerinin güçlendirilmesi, partiler-arasý ortak projeler teþvik ediliyor... Son yýllarda yaygýnlaþan ‘katýlýmcý demokrasi’ kavramý buna iþaret ediyor.

‘Arap Baharý’ bizim coðrafyada yeni demokrasiler doðmasýna sebep oldu. Bu iyi bir geliþme. Geliþmenin esin kaynaðý, büyük çapta, Türkiye ve Ak Parti iktidarý; Türkiye’de kaydedilen baþarýlar ‘dindar yönetimler’ konusundaki tereddütleri gidermeye de yaradý. Bu durum, ülkemize, iki taraflý bir sorumluluk yüklüyor: Hem halklara, hem de süreci engellemeye kalkýþmayanlara karþý...

Üzerindeki etkimiz çok belirgin olan ‘Arap Baharý’ Türkiye’nin baþýna iþler açtý: Ýçeride halloldu hallolacak gözüyle bakýlan ‘Kürt sorunu’ terörle gölgelendi... ‘Bahar’dan korkan Suriye’deki Baas rejimi ‘iç-savaþ’ý göze aldý; onbinlerce mülteci Türkiye’ye sýðýndý.

Karalar mý baðlayalým? Hayýr, tam tersine, demokrasi konusunda eksiklerimizi ortadan kaldýralým.

Muhalefetin daha fazla dinlendiði, medyanýn dýþlanmadýðý, sivil toplumun devrede olduðu, devleti oluþturan kurumlarýn kendi yetkilerine sahip çýktýðý ‘katýlýmcý demokrasi’ yönünde adýmlar atalým.