Türkiye’de yirminci yüzyýlýn ilk on yýlýna damgasýný vuran bir “demokrat koalisyon” vardý. Kaba bir tarifle, muhafazakârlar, liberaller, demokrat solcular, demokrat saðcýlar elele vermiþti. Hedef, ülkeyi askeri ve bürokratik vesayetten kurtarmak, “tam demokrasi”ye ulaþtýrmaktý.
Bu koalisyon, yine kabaca, 2010 referandumuyla hedefine ulaþtý. Tüm kötülüklerin anasý gibi görülen vesayet rejimi tasfiye edildi. Yargý “kast sistemi”nden kurtuldu; ordu kýþlasýna döndü.
Peki ama o zamandan bu yana Türkiye bir demokrasi cennetine, bir meþveret, hoþgörü ve huzur yurduna mý dönüþtü?
Ne gezer... Aksine, memleket bugün çok da parlak bir tablo çizmiyor açýkçasý. Evet, ekonomi çok þükür iyi gidiyor, “barýþ süreci” de, nazar deðmesin, devam ediyor. Ama siyaset müthiþ gergin. Birbirine karþý zaten güvensiz ve öfkeli olan sosyal gruplar, Gezi olaylarýndan bu yana daha da kutuplaþmýþ halde. Biraz Twitter’da gezinmek bile “nefret dozajý” ne kadar yüksek bir toplum olduðumuzu gösteriyor.
Bu siyasi ortam içinde o çok beklenen sivil anayasa da yapýlamýyor, bir baþka meçhul bahara kalýyor. Oysa, asker ortadan çekilince siviller güzel güzel anayasa yapar sanmýþtýk, deðil mi? Yapamýyorlar iþte... Çünkü uzlaþamýyorlar...
Zaten söz konusu “anlaþýp uzlaþamama” sorunu o kadar büyük ki, daha üç yýl öncesine kadar çok yakýn dost ve müttefik olanlar bugün epey soðuk bakýyor birbirlerine. Liberallerin çoðunun muhafazakârlarla arasý açýk. Dahasý muhafazakârlar arasýnda da büyük bir çatlak oluþmuþ durumda. Önde gelen bir sivil toplum camiasý ile iktidar partisi arasýndaki gerilim ayyuka çýkmýþ, dershaneleri kapatma giriþimi ile (ki bence yanlýþ) artýk iyice keskinleþmiþ durumda.
Peki niçin bütün bu kavga? Görünmeyen gizli güçler hala sinsi oyunlar oynuyor, yedi canlý “derindevlet” hâlâ her gün yeni bir provokasyon mu kotarýyor acaba?
Siyasi kültür meselesi
Bana sorarsanýz üstteki sorularýn cevabý “hayýr.” Sorun, görülmeyen gizli güçlerde deðil, gün gibi aþikar olan toplumda. Hepimizde.
Çünkü biz, evvela, çok kavgacý bir toplumuz. Sokakta, trafikte, adliyede birbirine girmeye teþne bir milletiz. Güleryüzden ziyade çatýk kaþý, jest yapmaktan ziyade racon kesmeyi seviyoruz. “Kodu mu oturtan” silah, kalem veya siyaset erbabý istiyoruz; nazik, zarif, mütevazi insanlar yerine.
Ýkincisi, biz demokrasinin daha çok baþýndayýz. Son 10-15 yýldaki demokrasi mücadelesinde garantilemeyi baþardýðýmýz tek þey “seçimle gelen seçimle gider” ilkesini oturtmak oldu. Bu, tabii ki çok önemli bir kazaným. Ama demokrasinin daha d’si.
Daha nice deðer var oturtmamýz, özümsememiz gereken: Devletin sýnýrlýlýðý, yargýnýn tarafsýzlýðý, bürokrasinin profesyonelliði, basýnýn ve üniversitenin özgürlüðü, sivil toplumun özerkliði, birey haklarýnýn dokunulmazlýðý gibi.
Dahasý, geliþtirmemiz gereken demokratik refleksler var. Kendi doðrularýmýzýn devlet tarafýndan dayatýlmasýnýn doðru olmadýðýný öðrenmemiz gerekiyor mesela. Ya da dünyanýn her yerinde otoriterliðin en garantili yolu komplo teorilerine, “iç ve dýþ mihrak” paranoyasýna bu kadar aþkla tutkun olmamamýz.
Þu an için acil ihtiyacýmýz ise uzlaþma kültürü. Uzlaþmanýn zaaf deðil erdem, saflýk deðil akýllýk olduðunu görmemiz gerek. Sekiz konuda anlaþýp iki konuda anlaþamadýðýmýz kiþilerle, o iki konuda kýyasýya kavga etmek yerine, diðer sekiz konuda çalýþmayý öðrenmek lazým.
Unutmayalým ki, Batý’da da demokrasi uzun tecrübelerle, büyük deneme-yanýlmalarla geliþti. Biz de deniyor ve bazen de yanýlýyoruz þu ara. Ders almayý bilelim ki, ders alabilelim.