Demokrasiye inancınız, içeri alınınca mı depreşiyor?

Emekli Korgeneral İzzettin İyigün’ün gazeteci Yener Süsoy’a anlattıklarından yola çıkarak (22 Haziran 2004’te) şu değerlendirmeyi yapmıştım:

“Bu güzel sohbet günün birinde hukukî bir tahkikata konu olur mu, bilmiyorum. Doğrusu bunu çok merak ediyorum. Paşa’nın ‘samimiyetle’ anlattığı şeyler bu tür bir tahkikatı fazlasıyla hak ediyor bence...”

 

Öyle de oldu.

28 Şubat soruşturmasını yürüten savcı, geçen hafta soruşturmaya dahil edilen eski Zırhlı Birlikler Komutanı Erdal Ceylanoğlu’nun “Tanklar Genelkurmay, EDOK ve Kara Kuvvetleri Komutanı’nın kararıyla yürütüldü” sözlerine ve emekli Korgeneral İzzettin İyigün’ün gazeteci Yener Süsoy’a anlattıklarına dayanarak, “tutuklama” istedi.

Ve, İzzettin İyigün Paşa tutuklandı.

Dünkü yazımda ayrıntısını vermiştim:

Orgeneral Hikmet Köksal, Orgeneral Doğu Aktulga’yı arıyor, “İzzettin Paşa yarın 80 tankla Sincan sokaklarından geçsin” diye emir veriyor.

Bu emir üzerine Aktulga, “Bunun suç olacağını, sorumluluğunun büyük olduğunu söyledim ama ikna edemedim; son kararı sen vereceksin” diye İzzettin İyigün’e şekvada bulunuyor.

Kahraman olmaya heves etmiş İyigün Paşa fırsatı kaçırır mı?

Hemen hazırlıklara başlıyor... Israrla, “Bu suç olur, sorumluluk senin” diyen Aktulga Paşa’ya da teminat veriyor: “Sen çık devreden, sorumluluk bana ait.”

 

Sorumluluğu ele alıyor.

Planlamaya göre 80 tank Sincan sokaklarına çıkarılacaktır ama İyigün Paşa bu rakamı fazla buluyor. 80 tankı 20’ye indiriyor. Ve ertesi gün gazetelere “darbe provası” olarak geçecek “tanklı nümayiş” başlıyor.

Bu sabah, İzzettin Paşa’nın savcılıkta verdiği ifadeyi okudum.

Üzüldüm.

Birincisi, kendi kendisini yakmış.

Hürriyet gazetesinde yayımlanan röportaj (yani, İyigün Paşa’nın itirafları) olmasaydı, savcı belki de “suç irtibatı” bulmakta zorlanacaktı. Yener Süsoy (ve bu arada İyigün Paşa’nın kendisi) bir anlamda savcının işini kolaylaştırmış.

Demek ki, ne konuştuğumuzu bileceğiz.

Kahraman olmak, bir dönemin kara kutusu gibi davranmak, böyle bir algının oluşmasına yol açmak, evet, “heyecan verici” bir durum ama bu heyecanı yaşamanın da bir bedeli var. Yasaları zorladığınızda, yargı buna göz yummayabilir. Daha doğrusu, her zaman göz yummayabilir.

Eskiden darbeye yeltenenler taltif edilirdi, kahraman sayılırdı, ne bileyim Cumhurbaşkanlığıyla filan onurlandırılırdı.

Eski hal, muhal. Darbe artık suç...

Darbeye yeltenmenin cezası da “içeri” tıkılmak...

İkinci üzüldüğüm husus da şu...

İyigün Paşa, savcıya ifade verirken, Yener Süsoy’a anlattıklarını tekzip etmiş... Bir zamanlar, “Zırhlı tümen bana bağlıydı. Bizim kelle koltukta yaptıklarımızı başkaları sahiplendi. Hatta kahraman bile ilan edildi” diyordu, başarıdan payını almak istiyordu ama yeni İyigün Paşa artık bu kanaatte değil.

Tank yürütme işini medyanın abarttığını söylüyor.

Yani, Yener Süsoy röportajda anlatılanlar “abartarak” vermiş.

Röportaj 21 Haziran 2004’te yayınlandığına göre, İyigün Paşa’ya, “9 yıldır nerelerdeydiniz?” diye sormak gerekiyor.

Evet, 9 yıldır nerelerdeydiniz?

Üstelik, aynı ifadenizde, “Demokrasiye inanırım. En kötü demokrasi bile askeri müdahale ve darbeden iyidir” demişsiniz.

Devirmeye yemin kasem ettiğiniz Refahyol hükümeti, “en kötü demokrasi”nin neresinde duruyordu?

Daha da önemli soru şu:

Demokrasiye inancınız, içeri alınınca mı depreşiyor?