Demokratikleşme PKK’ya mı endeksli?

Kürt sorununun PKK'yı yok sayarak çözülemeyeceğini ilk anlayan AK Parti ve Başbakan Erdoğan değildi şüphesiz. Bunun için adımlar atmaya niyetlenen de… Özal da farkındaydı Kürt sorununun bir ayağının da artık PKK sorunu olduğunun.

Daha PKK'yı doğuran koşullar kronikleşmemişken, Tek Parti döneminin Kürtlere yaşattığı zulmün telafisi mümkünken Adnan Menderes'in bazı adımlar atmaya niyet ettiği söylenir. 27 Mayıs darbecilerinden Numan Esin anılarında (Bir 27 Mayısçının Anıları) Demokrat Parti'nin Kürt sorununa yaklaşımı ile ilgili şu anektodu aktarır: "Yassıada'ya gittik, Ada komutanı Tarık Bey'e Menderes ile konuşmak istediğimizi söyledik. 'Adamı rahatsız etmeseniz olmaz mı, çok ürkek', dedi. 'Ben hayır konuşacağız' dedim. (…) Kendisine çeşitli sorular yönettik. (…) 'Kürt sorunu Türkiye'nin en önemli sorunudur. Siz hükümet olarak ne yapmayı düşünüyordunuz' dedim. Şöyle ilginç bir cevap verdi: 'Bizim çözümümüz demokrasiydi. Halka vereceğimiz serbestlikle bu işe bir çözüm geleceği kanaatindeydik. O yönde hareket ettik. Böylece halkı yönetime ve ülkeye bağlama yolunu seçtik.'"

Menderes'in çözüm önerisi

DP iktidarı devam etseydi Menderes bu söylediklerini gerçekleştirir miydi bilinmez. Ama 27 Mayıs darbecileri, onu ve arkadaşlarını idam ederken Doğu ve Güneydoğu illerinde DP'li ve DP'ye yakın 485 Kürt ağa, şeyh ve aydını gözaltına alınarak Sivas'ta bir kampa toplandı.

Bundan önce ise saygın bir Kürt aydını olan Musa Anter ve arkadaşları 49'lar davasından içerideyken CHP, DP aleyhine bir siyasi manevra olarak Kürt aydınları ve Kürt halkı lehine propaganda yapıyordu. 49'lar davasının Kürt aydınlarının solculaşmasında önemli bir viraj olduğu söylenir.

Birbiriyle çelişir gibi gözüken bu tutumlar son tahlilde Kürt siyasi hareketinin sol bir söylemle ve maalesef şiddeti meşru gören bir yöntemle şekillenmesini beraberinde getirdi.

PKK da böyle bir sürecin devamında ortaya çıktı.

"PKK olmasaydı Kürt halkı haklarına bugünkü kadar bile kavuşamazdı" görüşü hak arama mücadelesi olarak şiddetten başka bir yöntemi kabul etmememizi gerektirir. PKK olmasaydı belki de Kürt sorunu bu denli kronikleşmeyecekti. Çünkü işin içine terörün girmesi birbiri ardına yanlış teşhishere yol açtı ve sorunun tümden bir güvenlik sorunu olarak ele alınmasına sebep oldu. PKK olmasaydı Kürt sorununu bugün nasıl bir vasatta konuşuyor olurduk, sorusuna vereceğimiz cevap biraz da şiddetle aramıza koyduğumuz mesafenin ölçülebilirliğine bağlı.

AK Parti'nin farkı...

Şimdi artık bunları konuşmanın çok da anlamı yok. PKK var ve Kürt sorununun çözümü, PKK'yı da hesaba katmak gerektiğinden, artık daha zor.

AK Parti'yi gelmiş geçmiş siyasi aktörlerden farklı kılan ise bu konuda bir yol temizliği yapmış, süreci şeffaflaştırmış ve askeri değil siyaseti çözümün aktörü haline getirmiş olması. Sorunun üzerine daha büyük bir cesaretle gidebilmesi de bunlar sayesinde.

Çözüm sürecinin birinci etabı olarak adlandırılan çekilmenin beklenenin çok altında gerçekleşmesi, PKK'nın Öcalan'a rağmen olduğu düşünülen bazı eylemler gerçekleştirmesi, PKK'ya güvensizliğin sürece güvensizlik olarak dile getirilmesine yol açtı.

"Devlet PKK'ya güvenerek hata etti" deniliyor. Devlete atfedilen bu 'saflık' bir iyi niyet tezahürü olmaktan çok bir 'hesap' saklıyor içinde.

Devletin akıl edemediğini akıl eden köşe yazarlarımız var; bu tabi ki iyi bir şey! "PKK'ya güven olmayacağını" kaç kere söylediler. "Ama devlet saf ve masum olduğu için PKK'nın ipiyle çözüm süreci yönetiyor." Böyle bakıyor bazılarımız meseleye.

Oysa PKK'nın çekilme takvimine endekslemeden demokratikleşme adımlarının atılması konusunda hükümeti cesaretlendirmek gerek. Çözümün bir parçası olarak gördüğümüz demokratikleşme paketi esasında Türkiye'nin her metrekaresi ve her ferdi için daha demokratik bir hava sahası öngörüyor.

Kamuoyu da bunu böyle bilmeli ki sonunun çözümü kolaylaşsın.