Nasuhi GÜNGÖR
Nasuhi GÜNGÖR
ngungor@stargazete.com
Tüm Yazıları

Denge adına kaosu savunmak

Türkiye’nin kendi bölgesinde izlediği dış politikanın ayrıştırıcı olduğunu düşünenler, özellikle Irak ve Suriye üzerinden örnekler veriyorlar. Oysa iki çıplak gerçek var. Birincisi bu ülkelerin mevcut karmaşa ve kaosundan sorumlu olan ülke kesinlikle Türkiye değil. İkincisi, bu durumun devamından çıkar elde etmeye çalışan ülkelerin teziyle Türkiye’nin tezleri daima farklı oldu. Bunu zaman içinde daha net biçimde göreceğiz.

Nitekim bizde çok az gazetecinin takip ettiği bazı önemli gelişmeler var. Mesela Kuzey Irak’la Türkiye arasındaki boru hattı tartışması, bir yandan geçmişte ısrarla savunulan tezlerin altının ne kadar boş olduğunu gösteriyor. Diğer yandan yakın çevremizde olup bitenin kimleri ne kadar rahatsız ettiğini ortaya koyuyor.

Bu konunun az sayıdaki takipçilerinden gazeteci Sedat Ergin, sorunun çerçevesini şöyle özetliyor:

‘Son dönemde Ankara ile Washington arasındaki en ciddi siyasi meselelerden biri, AK Parti hükümetinin Kuzey Irak’taki Bölgesel Kürt Yönetimi ile bu bölgedeki petrolün Türkiye üzerinden uluslararası pazara sevk edilmesi konusunda vardığı mutabakattır. Türk hükümeti, Barzani liderliği ile içeriğini büyük ölçüde şekillendirdiği bu konudaki anlaşmayı imzalayıp hayata geçirme planları yaparken, Obama Yönetimi de bütün gücüyle bu adımı engellemeye çalışıyor.’ (Hürriyet, 11 Nisan 2013)

***

Daha önce de sıkça değinmeye çalıştım. Türkiye’nin bölgedeki yeni politikaları, herhangi bir güç merkezinin uzantısı ya da tetikçisi olarak şekillenmiyor. Aksine pek çok merkezi rahatsız ediyor ve huzurunu kaçırıyor.

Irak’ın kuzeyinde Kürtlerin merkezinde yer aldığı ve giderek bağımsızlaşan siyasi yapının, Türkiye’yi bölmek üzere hazırlanmış bir komplo olduğunu, hatta bunun bir İsrail projesi olarak sahneye konulduğunu iddia edenler şimdi ne düşünüyor, bilemem. Ancak az önce Ergin’den aktardığım çerçeve, Ankara-Erbil hattındaki gelişmelerin başta Washington olmak üzere önemli merkezlerde büyük rahatsızlık uyandırdığını gösteriyor.

İki nedenle. Birincisi Ankara aleyhine görünen/gösterilen bir gelişmeyi kendi stratejik derinliği olarak şekillendirmeyi başararak, yakın tarihinde ilk kez bir genişleme harekatını gerçekleştiriyor. Üstelik bunu askeri güç ya da güvenlik politikaları eliyle değil, yumuşak güç unsurları üzerinden ve hızla şekillenen ekonomik ve siyasi entegrasyonla yürütüyor.

İkincisi, bu adımı atarken kendi içinde giderek derinleşen Kürt sorununu, daha geniş bir coğrafyada ‘kader ortaklığı’ üzerinden çözmeye çalışıyor.

Bu adımların bırakın herhangi bir bölge gücünün hoşuna gitmesi, küresel ölçekte bir memnuniyet oluşturması hiç kolay değil.

***

Benzeri bir durum, Suriye politikası için de geçerli. Halihazırda Ankara’nın Suriye konusundaki hamlelerini, yine benzeri bir mantıkla uluslararası sistemin uzantısı olarak yaftalayanlar, daha büyük bir ölçekte bu adımların nasıl bir karşılık bulduğunu ve bulacağını hesaba katmıyorlar.

Türkiye, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun kitabından mülhem söylersek ‘stratejik derinlik’ oluşturmak için yaptığı her hamleyle, bir şekilde dengeleri bozuyor. Mevcut dengelerden ya da denge adına devam eden kaos ve çatışmalardan memnun olan varsa, söylenecek söz yok.

Ancak birileri müsaade etsin de kendi yaşadığımız coğrafyada barışı nasıl şekillendireceğimize biz karar verelim.