Denizi ilk kez gören kız Sivas İmam Hatip’ten

Çok çalışmıştı derslerine. Okuduğu kitapların, altını çizdiği cümlelerin, hazırladığı soruların hepsi yanındaydı. Dal gibiydi, ince öne eğik bir fidan. Çekinerek havaya kaldırdığı eli, doğrulurken kucağından düşüveren defteri, simsiyah gergin birer yay gibi kaşlarından fırlayan soruları... Sivas İmam Hatip Lisesindenmiş.17’sinde bir dolunay. 

Denizi ilk kez görmüş hayatında. İstanbul’u da...

Dünyanın bütün şiirleri yanıp kül oluyor, onun denizi ilk kez gören gözlerinin önünde. Dünyanın bütün şairleri, seve seve şu canımız yağma olsun diyorlar sanki o konuştukça... İşte diyorlar, biz bütün şiirlerimizi, işte şu kızın denizi ilk kez gördüğü an için yazıp durmuştuk, ölsek de gam yemeyiz artık diyorlar...

ÖNDER’in “Kardeşim Benim” projesi bağlamında gerçekleştirdiği İstanbul buluşmasındaydık geçen akşam. Kadıköy İmam Hatip Lisesi ile Sivas İmam Hatip Lisesi, Şule Yüksel Kız Öğrenci Yurdu’nu heyecanla doldurmuşlardı. “Medeniyeti Kuran Kadınlar” başlığında Hz. Hacer’i konuştuk gençlerle... Safa ile Merve tepeleri arasında bir deniz gibi çağlayarak akan büyükannemizin, çağın kadınlarına söyleyeceği pek çok şey vardı elbette. Çölün altından akan Zem-Zem isimli bitimsiz denizin kâşifiydi o çünkü... Şehirlerin annesi olan Mekke’yi kuran kadın... Hz. Hacer’in Zem-Zem’i ilk kez gördüğü andaki gözlerinden, Sivas İmam Hatip Lisesi’nin denizi ilk kez gören kızlarının gözlerine çekilecek tevhid çizgisinde... Büyükannelerinden evlatlarına intikal etmiş değerli bir vasiyet, değerli bir kaderdaşlık vardı... Gayrete dair, hayrete dair, inanca, sabra, aşka ve istikamete dair. Bir gün herkes terk edebilir sizi, tüm sevdikleriniz uzaklaşabilir, tüm yakınlarınızdan ayrı düşebilirsiniz... Ama hep hatırlayınız ki; Allah sizinledir! O, bırakmayandır, vazgeçmeyen, şah damarınızdan da yakın olandır size...

***

Aynı akşamın sabahında, başka bir denizin içindeydim. Çocuk Evleri’nde... Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığımız, kimsesiz çocuklarımız için yeni bir yaşam tarzına geçişin startını vermişti. Şimdiye değin yurtlarda ve koğuş sistemi çerçevesinde yetiştirilen çocuklarımıza, aile ve yuva sıcaklığında büyüme imkanı sağlayacak “çocuk evleri”ne geçiş süreciydi... Bu konuda kendisi de yurtlarda yetişmiş değerli kurum yöneticilerimizden Alim Yavuz’un “Şatom Benim Üzgün Yurdum” adlı kitabı benim için dönüm noktasıdır, her öğretmenin okuması gereken bir günce. Keza YurtAyDer, yurtlarda yetişmiş çocukların sorunları ve çözümler konusunda bizzat yurtlarda yetişmiş kişilerin gönüllü olarak vazife yaptıkları bir sivil dayanışma merkezi... Çocuk Evleri, devletin bir tasarımı olduğu kadar sivil dayanışma ve gönüllülük desteğine açık yapısıyla, meseleyi toplumsallaştırma anlamını da taşıyor. Çünkü bizler toplum olarak, kimsesiz çocuklarımızı kendimizden uzaklaştırıp, onları adeta devletleştirmiş, vicdani yükü kamusallığa atıp, sanki yoklarmış gibi davrandık çok uzun yıllar... Ama gerek koruyucu aile sisteminin yaygınlaşması, gerekse sevgi evleri veya çocuk evleri kapsamında kurumdan aileye, soğuktan sıcağa, uzaktan yakına giden yeni bir anlayışı tecrübe ediyoruz artık...

Çok iyi şartlarda ve yüksek hizmet denetimi altında hayat sürüyorlar çocuk evlerindeki yavrularımız. Ama bir şey söyleyeyim mi, ailelerinin terk ettiği veya baş edemediği olumsuzluklar sebebiyle bıraktığı bu çocuklar, kendilerine sağlanan tüm modern imkanlara rağmen bizden sevgi ve alaka bekliyorlar...Kalbiniz mi delik deşik, hayat size çok mu anlamsız gelmeye başladı, canınız feci halde sıkkın mı, kimsenin sizi anlamadığını mı düşünüyorsunuz... Annesiz babasız bir çocuğa sarılın. Ve onun küçücük elleriyle kalbinizdeki tüm ağırlıkları nasıl da silip süpüreceğini görün. Kucağımdan inmediler. Birisi bana; “çok yumuşaksın, sen yastıktan mısın” dedi... Onların minik kalplerinde koskocaman bir deniz saklı. Bana o denizi gösteren Şahime’ye gönül dolusu teşekkür...