Deprem günlerinde medya: Dezenformasyon da var, iyi habercilik de!

İletişim Başkanlığı Dezenformasyonla Mücadele Merkezi, depremden hareketle toplumsal fay hatlarını kırmaya, kaos ve kriz çıkarmaya, yalan ve manipülasyonların çabalarını günlük raporlarla önleme çalışıyor.

İnanılmaz bir yoğunluk var.

Sosyal medyadaki sahte hesaplar, botlar bir yana, bir zamanlar merkez medyada bulunan ve darbe, vesayet döneminde tetikçilik yapan ama şimdilerde tam da olmaları gereken yerlerde; sol radikal fanzinlerde, koordinatları Türkiye dışına denk gelen sömürge yayınlarında boy gösteren isimler de depremi fırsat bilip hükümete, devlete, dayanışma ruhuna vurmaya çalışıyor.

28 Şubat'ın sene-i devriyesinde olduğumuzdan Murat Yetkin, Fikret Bila, Fatih Altaylı, Ayşenur Arslan gibi isimleri bilhassa anmak lazım. Bu isimlerin gazetecilik sicilleri milli iradenin tesisine, demokrasiye, insan hak ve özgürlüklerine, son zamanlarda da devlet-millet düşmanlığına kasteden girişimlerle doludur.

Geçmişte haberlerine, köşe yazılarına "adını vermek istemeyen üst düzey yetkililer yahut komutanlar diyor ki..." diye başlamalarıyla meşhur olmalarına rağmen şimdilerde geldikleri yer hükümete muhalefet etmekle Türkiye'ye düşmanlık etmek arasındaki farkı ayırt edememe halidir.

Hem masa medyasında particilik ve Erdoğan düşmanlığı yapar, hem "tarafsız gazeteci" olduklarını iddia ederler. Ki kendilerine güldürüyor olmaları onları yine de sevimli yapmaz.

28 ŞUBAT KALINTILARI

Her zamanki din düşmanlığı refleksiyle deprem sonrasında "nerede bu sarıklılar, sakallılar, hafızlar. İşin bir ucundan tutamazlar mı?" diye hem hakaret eden, hem iftira eden Murat Yetkin, gelen tepkiler sonrasında -hem cahilliği-iftirası ortaya çıktığı, hem de 6 masa dindarların da oyuna muhtaç olduğu için olsa gerek çark etti ama hayır özür dilemedi. "Üslup sorunum olduğunu kabul ediyorum" şeklinde yine kendisini öne çıkaran kibirli bir açıklama yaptı.

Bir diğeri, varlığını yalan, yanlış ve manipülasyona adayan Ayşenur Arslan!

Yine bir 28 Şubat darbeci medya kahramanı!

CHP'nin kanalı Halk TV'de tam da "Haluk Levent'i Ankara'dan üst düzey bir yetkili ara-MIŞ. Sana gelen yardımları bize yönlendir de-MİŞ" diye uydururken canlı yayına bağlanan Haluk Levent YALANLADI kendisini!

O kadar çok var ki manipülasyon, dezenformasyon haberciliği. Tükenmiyor saymayayım.

Oysa deprem bölgesine giden herkes yıkımın da çabanın da boyutlarını görür. Bu geniş alanda devletle milletin yetmeye, yetişmeye çalıştığını görür. Saygı duyar. Yardım etmek ister.

İnsan olmak bunu gerektirir.

Yetilemediğinde siyasi kasıt aramak, şehirlerin kozmopolit yapısını işaret ederek toplumsal fay hatlarını zorlamak, verilen çabayı baltalamaya, insanların umudunu söndürmeye çalışmak, ne iyi niyetle açıklanabilir ne gazetecilikle.

O yüzden de bile isteye sahayı ve süreci kirletmeye çalışanların yaptıkları sadece habercilik açısından yanlış ve eksik değildi. Kimse kusura bakmasın ama insaf ve insaniyet açısından da yanlıştı.

Millet devletiyle bir olmuş, gayret ediyor, dayanışıyor, iyileşmek işitiyor ve kendine haberci diyen, bu ülkenin ekmeğini yiyen, havasını soluyan kimileri, ellerindeki manipülasyon aracılığıyla umudu öldürmek istiyorlar!

En hafif tabirle ayıptır, günahtır.

TECRÜBELİLER DE BÖYLE YAPARSA...

İdeolojik saplantıdan ya da körlükten dolayı yalana, manipülasyona, provokasyona imza atanlar dışında olayın etkisiyle yanılan, haberi ilk vermek bir yana en etkili vermek, en etkilenmiş muhabir olarak vermek, en çok tartışılan, konuşulan muhabir olarak vermek yahut yersiz isabetsiz sorularla kendilerini cesur haberci ilan etmek gibi hastalıklı haber şehvetine kapılanlar da oldu.

Daha önce de pek çok ani gelişen durumlarda, sahadan haber geçenler arasında gördüğümüz bu hata, deprem yayınlarında da çıktı karşımıza.

Bu manada Habertürk'ten Mehmet Akif Ersoy, CNN Türk'ten Fulya Öztürk şaşırttı mesela beni.

Mehmet Akif Ersoy enkaz başında bir tür kurtarma şovu olduğunu, bir kurtarma ekibi canlı birilerini çıkaracakken çalışmayı AFAD'ın devraldığını söyledi!

İnfial yaratacak bir iddia olduğunu, bunun öylesine "bana böyle dediler" diye aktarılacak bir şey olmadığını kendisi de biliyor olmalıydı.

Hangi arama kurtarma ekibine sorsanız doğru bilgiye ulaşabilirsiniz çünkü. İçerden çıkacak kişinin sağlık durumuna göre enkaza ya UMKE ekiplerinin geldiğini ya da açılan koridor güvenli çıkış için yeterli ve uygun değilse farklı bir teknik uygulamak üzere alandaki en tecrübeli ekip olan AFAD ekiplerinin geldiğini kime sorsanız tereddütsüz söylüyorlar.

Kaldı ki Türkiye'deki tüm arama kurtarma ekiplerini AFAD eğitiyor zaten.

7.7 ve 7.6 iki büyük depremin merkez üssü olan Kahramanmaraş'ın Belediye Başkanına sosyal medyada süren AHBAP-Kızılay tartışmasıyla ilgili ne düşündüğünü sorması, Başkan "bilgim yok, burada yaraları sarmaya çalışıyoruz" demesine rağmen üstelemesi ise röportajın diğer kısımlarına kıyasla isabetsizdi.

ÇOCUKLARI AĞLATMAYIN!

Kıymet verdiğim için eleştireceğim bir diğer isim ise CNN Türk'ten Fulya Öztürk.

Depremi yaşadığı için çok korktuğunu söyleyen bir çocuğa, ısrarla nasıl korktuğunu anlattırmaya çalışıyordu Fulya. Yanlış bir yöntem bu. Haberci olmak duyarlı olmaya engel değil.

Uzmanlar zaten bilhassa çocukları yaşadıkları afete dair konuşmaya zorlamanın, o anı sürekli hatırlatmanın yanlış olduğunu söylüyor. Ama çocuk anlatmak isterse fazla müdahil olmadan, yorum yapmadan sakince dinlemek gerektiğini öğütlüyorlar.

Bu açıdan hiç değilse bundan sonra deprem bölgesine haber için gidecek gazetecilerin, televizyoncuların depremzedelerle nasıl konuşacaklarını, onları nesneleştirmeden, ezmeden, utandırmadan nasıl konuşturabileceklerini öğrenerek gitmelerinde fayda var.

HABERCİ HABERİN ÖNÜNE GEÇMEMELİ

Öte yandan Öztürk iyi bir haberci olmasına rağmen farkına vararak ya da varmayarak haberin önüne çok fazla geçiyor. Sınırda askeri harekât haberlerinde, Dağlık Karabağ'ın işgalden kurtarışında, başka yerlerde rahatsız edici bir durum hep vardı. Bir tür "odak kayması". Haberin öznesinden "rol çalma" hali.

6 Şubat'tan sonra da oldu bu. Depremzedelerden fazla depremzedelerle ilgili haber yapan muhabirle ilgilenilmesi durumu.

Gerçi bunda, stüdyodan ona bağlanan sunucuların da payı var. Denk geldiğim bir yayında Ahmet Hakan, birinde Fulya Kaya mesela "Fulya'nın haber yapmak için çektiği çileler, fedakârlığı, ne kadar üşüdüğü, canım ya..." falan konuşuluyordu.

Bu yanlış, habere olduğu kadar haberciye ve kanala da zarar verir.

Muhabirlerin haberin önüne geçmesi, haberin öznesi olması, olayın asıl taraflarını nesneleştirir. Olayı dekor, olayı yaşayanları figüran haline getirir. Bundan sakınmak lazım gelir.

ÖNEMLİ BİR KAMU YAYINCILIĞI YAPILDI

Bütün bunların ötesinde şunu da söylemeliyim.

Olay yerinden haber geçmek gerçekten zor bir iştir. Haberciliğin en zahmetli kısmıdır.

Durumdan etkilenirsiniz, canınız yanar, ağlarsınız, üzülürsünüz, hasta olursunuz, öfkelenirsiniz. İnsani olan her halden etkilenirsiniz.

Buna rağmen kendi tecrübesini de dâhil ederek ortama dair bilgiler geçen, umudu öldürmeden, gerçeği eksiltmeden aktaran çok muhabirimiz, yorumcumuz oldu.

Haklarını teslim etmek istiyorum. Çok kıymetli bir kamu görevi gördüler.

Birkaç kişinin yaptığı yanlış iş çok geniş bir yelpazede yapılan doğru yayıncılığı ve başarılı gazeteciliği kapatamaz.

TV İLK KEZ OLAYI BÜYÜTEMEDİ, KÜÇÜLTTÜ

Öte yandan bir ilk yaşandı 6 Şubat depremiyle beraber.

9 saat arayla gerçekleşen iki büyük depremin 11 şehirde yarattığı yıkım öyle büyük ki anlatabilmek mümkün değil. "Kelimeler kifayetsiz kalıyor" tam anlamıyla.

Televizyon ekranlarında gördüğünüzde bile korkudan üzüntüden dudağımız uçuklarken, afet bölgesine gittiğinizde durum çok değişiyor.

Gerçeküstü yapay bir yerde, korku filmi platosunda, uzun sürmüş bir kâbusun içinde sanıyorsunuz kendinizi.

Normal zamanlarda, normal olaylarda televizyon ekranları birer büyüteç gibidir. Hangi nesneye, olaya, kişiye tutulursa bu büyüteç, hacminin kat be kat üzerinde büyütür o olayı, kişiyi, nesneyi...

Ama ilk kez asrın felaketini göstermekte, anlatmakta, aktarmakta yetersiz kaldı medya. Büyütmek şöyle dursun yaşanan yıkımı parçaladı, küçülttü bile denebilir.