Derdinizi bana değil, çadır kuran adama anlatın!

Ergenekon zihniyetiyle aram hiç iyi olmadı.

Bunu hep yazdım.

Defaatle “bu zihniyetle savaşılması” gerektiğinin altını çizdim. 

Kendimi rahatlıkla, bu savaşın “tarafı” sayabilirim. Saydım da.

Danıştay cinayeti, Hrant Dink’in öldürülmesi, andıçlar, darbe planları, Başbakan’ı ortadan kaldırmaya yönelik bilmem kaç adet tertip, Zirve Kitabevi katliamı, Cumhuriyet gazetesine atılan “dost bombalar”, darbe çeteleri, sauna çeteleri, yeraltına gizlenmiş mühimmat, faili meçhul cinayetler, JİTEM operasyonları, “plan semineri” diye yumuşatılmaya çalışılan Balyoz Harekât Planı, Kafes’ler, şunlar bunlar...

Bunlara sağır kalmadım...

Merkez medyadaki kimi “vicdanlı” (!) arkadaşlar gibi, “okurdan haber kaçırma” yoluna sapmadım.

Ergenekon, evet, bir teşekkülün ismidir ama ondan da önce bir zihniyete, bir kavrayışa, bir siyaset etme biçimine, bir duruşa, bir doktrine, hatta bir felsefeye işaret eder.

Ergenekon ve Balyoz üzerine yazarken, isimlerle iddiaları yan yana getirmemeye özen gösterdim.

Mesela, “İstanbul’a çökelim, falancaları tutuklayıp spor salonlarına tıkalım” diyen, üstelik bu cürmü ses kayıtlarıyla sabit muvazzaf generalin ismini hiç anmadım.

Balyoz’un bir numaralı sanığı Çetin Doğan’ı, sadece altına imza attığı eylemlerle yargıladım (eleştirdim).

BÇG’yi unutmamız mümkün mü?

BÇG eliyle hayatları karartılan insanları unutmamız mümkün mü?

EMASYA marifetiyle kalkışılan eylemleri...

Şemdinli bombacılarını...

İyi çocukları...

Lav silahlı nümayişleri...

Kuva-yı Milliye yemini şaklabanlıklarını...

Halkı muhayyel bir düşmana (Türkiye Cumhuriyeti hükümetine) karşı bileyen “Cumhuriyet mitingi tiyatrosunu” ve bu tiyatroda rol almış birtakım sivil (!) unsurları...

Kent Otel Toplantıları’nı...

Kent Otel müdavimi kimi hukukçuların yer aldığı “yargı operasyonları”nı...

Unutabilir miyiz?

Bunlar hiç olmamış gibi davranabilir miyiz?

Elbette ortadaki “apaçık” eylemleri yazdım, iddianamede yer alan fiiller üzerine düşüncelerimi (yorumlarımı) dile getirdim ama kimseyi peşinen suçlu ya da mücrim ilan etmedim.

Bilakis, düşüncelerini paylaşmasam da, Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın içeri alınmalarını (Ergenekon soruşturması sürecine dahil edilmelerini) yanlış bulduğumu söyledim.

İlhan Selçuk gözaltına alındığında, “içime sinmedi” dedim.

Mustafa Balbay’ın tutuksuz yargılanması gerektiğini savundum. Hepsi arşivlerde (bir bölümü de televizyon arşivlerinde) kayıtlıdır.

Haa, “zihniyetleri ve niyetleri” itibariyle Balbay’ın da, Selçuk’un da, hatta Tuncay Özkan’ın da yatacak yerleri yok, içinde yer aldıkları faaliyetler kalemini asla “gazetecilik” olarak görmüyorum ama maruz kaldıkları tutukluluk zulmüne de bigâne kalamıyorum.

Hülasa, Ergenekon zihniyetine karşıyım ama “özel yetkili mahkeme” uygulamasına da karşıyım.

Ergenekon zihniyetine karşıyım ama tutukluluk sürelerinin uzun tutulmasına da karşıyım.

Ergenekon zihniyetine karşıyım ama tutukluluğun cezaya dönüştürülmesine de karşıyım.

HAMİŞ:

Hemen coşmayın, bu yazı Balyoz tahliyelerinden sonra değil, Balyoz tahliyelerinden önce yazıldı... Bundan tam 4 yıl (yazıyla dört yıl) önce... 14 Temmuz 2011 tarihli Star gazetesine bakarsanız, görürsünüz... “Silivri tutsakları salınıyor, Ahmet Kekeç nerede?” diyeceğinize, Kemal Kılıçdaroğlu’na gidip, “Dün Silivri Cezaevi önünde çadır kuruyordun... Sana çadır kurduran adamlarla bugün kol kolasın, ne iş?” diye sorun.