Derin bürokrasinin korku tüccarlarý

Ne yapmalýyýz? ‘Türkiye batýyor, etrafý ateþ çemberiyle kuþatýldý’ diyenlere katýlýp, sonumuzu mu beklemeliyiz. Yoksa olup biteni kendi lehimizde nasýl yönetebileceðimizin yollarýný mý aramalýyýz.

Türkiye’de özellikle PKK ile mücadele döneminin zihinsel anlamda devamý olan, ayný zamanda Soðuk Savaþ döneminin algýlarýyla beslenen bir ‘güvenlik paranoyasý’ var. Siyasetten bürokrasiye, medyadan toplumun farklý kesimlerine kadar hemen her alana sirayet etmiþ bir korku bu.

Suriye’nin kuzeyinde ortaya çýkan yeni durum, bir kenarda bekleþen ‘korku tüccarlarý’ný yeniden harekete geçirdi. Bir doðruyu ortaya koyup bin türlü yanlýþý ve manipülasyonu sahneye sürüyorlar. Doðru, Türkiye açýsýndan PKK terörünün uzantýsý olan PYD yeni bir tehdidin ve güvenlik sorununun habercisi olabilir. Suriye rejiminin, biraz da þartlarýn zorlamasýyla yaptýðý hamle, Ankara’nýn baþýna hayli ciddi dertler açabilir.

Ancak ne bölge PYD’den ibaret, ne Suriye’deki bu durumu kalýcý görmek mümkün, ne de Beþar Esad’ýn Kürt hamlesi sanýldýðý kadar uzun soluklu bir deðer taþýyor. Neden soðukkanlý olamadýðýmýzý, Irak örneði önümüzde dururken, süreci yönetmeye deðil, tersine okumaya çalýþtýðýmýzý anlamaksa mümkün deðil.

***

Türkiye’nin yaklaþýk otuz yýldýr terör belasýyla boðuþmasý, elbette reflekslerini önemli ölçüde ‘güvenlik’ merkezli hale getirdi. Ancak bu ruh halini aþmak/ deðiþtirmek, Arap baharýyla birlikte hýz kazanan süreci doðru okumak zorundayýz. Telaþýn, üst üste korkular üretmenin kimseye yararý yok.

Kabul etsek de etmesek de, Türkiye, Irak ve Suriye üçgeninde giderek hýz kazanan bir Kürt siyasi hareketi var. Bunlarýn farklý gelenekleri, ideolojik kaynaklarý/duruþlarý, iliþkileri ve uluslararasý destekleri olsa da, hýzla ortak bir paydaya doðru ilerlediðini artýk görmek durumundayýz. Üstelik bu durum bugün filan ortaya çýkmýþ deðil. Aksine yýllarýn birikiminden söz ediyoruz.

Kendimize basit bir soru soracaðýz ve onun cevabýný açýk yüreklilikle vereceðiz. Türkiye’nin etrafýndaki bu dönüþümü karþýmýza alýp çatýþmayý, kavga etmeyi mi tercih ediyoruz? Yoksa bu sürecin dinamiklerini doðru anlayýp yönetmeyi, hatta kendi gücümüz haline getirmeyi mi?

Baþka bir soru. Þu günlerde ýsrarla kamuoyuna kötümser senaryolar servis edenler, bize ne öneriyor? Türkiye bu çemberi nasýl aþacak? Zaten varlýðýný çatýþma üzerine bina eden örgütlerle çok daha geniþ çaplý bir savaþa mý girecek? Yoksa tarihsel dinamikleri, deðer ortaklýklarýný yenden tarif eden bir cesaretle yola çýkýp ittifaklar mý üretecek?

Cevap açýk aslýnda. Sadece bu cevap daha fazla emek, sabýr ve soðukkanlý bir bakýþ açýsý istiyor. Her sorunu sert güç unsurlarýyla çözme alýþkanlýðýnýn Türkiye’yi geçmiþte getirdiði noktayý unutursak, yakýn gelecekte daha büyük bedeller öderiz.

***

Artýk herkes biliyor ki bulunduðumuz coðrafyada tarihin akýþýný dikkate almadan üretilecek her çözüm, daha büyük çözümsüzlüklerin kapýsýný aralýyor. Türkiye, merhum Turgut Özal’ýn gayretlerini saymazsak, bölgede olup biteni doðru okuyamadý. Süleyman Demirel-Erdal Ýnönü-Hikmet Çetin üçlüsünün devlete el koymasýyla yeniden ‘güvenlik’ koridoruna sýkýþtý. Tarihimizin en kanlý dönemlerinden birisini yaþarken, madalyonun öteki yüzüne bakmaya cesaret edemedik.

Þimdi 2006 yýlýndan itibaren bu anlayýþý geride býrakan, Kürtlerle düþmanlýðýn deðil, ittifakýn yollarýný arayan bir siyasi akýl var sahnede. Sýkça tökezliyor, zira en baþta bürokrasinin bu yöndeki baskýsýný kýramadý. ‘Kuzey Suriye’ tartýþmalarýnda olduðu gibi, bu derin bürokrasi, hýzla korku üretiyor ve toplumu baský altýna alabiliyor.

Bu atmosferden ve karamsar ruh halinden çýkmak zorundayýz. O zaman önümüzde nasýl bir gelecek olduðunu görebilir ve cesur hamlelerle mesafe alabiliriz.