Dershaneler, Mavi Marmara, 28 Şubat

“Tartışma”, “ihtilaf”, “müzakere”, “farklı fikir” gibi kavramlar değildir ürkütücü olan. Konuşma üslubunun, giderek içeriği ve esası berhava ettiğini görmektir ürktüğüm. “Dershaneler” meselesi işin son kısmı, sanki mahşerden evvelki bir mahşer yerindeyiz; tüm birikmiş yaralarımızı, tüm yutkunmalarımızı boca ediyoruz söz düellosunda... “Yok böyle bir şey, haydi dağılalım” deme noktasını çoktan aştık.

Dershaneler hakkında konuşmaya başlandığında, iş derhal Mavi Marmara’ya, oradan da 28 Şubat günlerine ve özellikle başörtüsü yasaklarına gelip dayanıyor. Bu hali görünce, geçmişte yaşadığımız olayların ne kadar derin ve aslında kapanmamış yaralar açtığını da fark ediyor insan. Hocaefendi’nin Mavi Marmara hakkındaki “otorite” kaynaklı fikrini paylaşmadığımı, henüz beyanatın ertesi günü yazanlardan birisiyim. Ama Hocaefendi’nin bulunduğu konumun ve öğretisinin beslendiği rikkat esaslı geleneğin; korumak, kollamak ve muhtemel zararı en aza indirgemek mahiyetinde olduğunu da yazdım daha sonra. Onun bu ikazı, belki çocuklarının her daim selameti için çırpınan bir annenin telaşı gibi de okunabilirdi. Konuyu açmak istemezdim ama açıldı; bu tavrı, bazı çevrelerin dile getirdiği şekliyle “İsrail sözcülüğü” gibi okumadım, okumam da, hatta dile geldiğinde sanki bana söylenmiş gibi incinirim, dağlanırım. Lakin tek incinip dağlanan kendimiz değiliz. Marmara mürettebatından arkadaşlarla beraberdim geçen gün. Evlatlarını, kardeşlerini, eşlerini kaybetmişler. Haksız İsrail zulmüyle dağları devrilmiş. Sadece ve sadece insani iyilik adına yola çıkan bu samimi ve isimsiz, meccani kahramanların bugün ne alemde olduklarını hangimiz biliyoruz. Davalarını takip etmeye gittiğimde, gözleri görmeyen beli bükük anaların, duvarları tuta tuta evlatlarının hakkını sormaya geldiklerini görmüştüm... O gemide hepimiz de vurulduk... “Keşke yola çıkmasaydı Mavi Marmara” demiş olabilirsiniz. Ama dokuz şehitten sonra, artık bu iş hem milli bir dava hem de insani hukuk hadisesine dönüşmüştür. Dünyayla barış diyalog deyip kendi insanımıza verilecek bir taziyeyi bile çok görüyoruz. İnsan hakkı, hürriyet, onurdeyip, farklı hemen her duruşu aceleyle İsrailiyat sandalyesine oturtuyoruz. Bu karşılıklı kırgınlıklar, yanlış anlaşılmalar inşallah düzeltilir...

***

28 Şubat’ın felekler şaşırtan nebulasından geçmiş birisiyim. Aniden bir kasırga çıkıyor, herkes canının derdinde, anneler çoluk çocuğunu toparlamanın, babalarsa baş sokacak bir çatıyı bulmanın telaşında. Herkes kendisine düşeni, yapabileceği kadarını yapar felaket günlerinde. Bazı arkadaşlarımız dayatılan baskılar karşısında başlarını açıp hayatlarını idame kararı verdiler, bazı arkadaşlarımız gurbete hicretlendiler, bazılarıysa çok zorlanarak da olsalar öylece durmaya karar verdiler. 28 Şubat, derin olduğu kadar yalın bir yapayalnızlığın adıdır. Biz bu bedeli ödedik sizden de şunu bekliyoruz demedik, demeyiz de. Çünkü kulluk Allah içindir, başkası desin diye yapılmaz, başkaları ne yapıyordu sorusuysa gönül yorgunluğu. Herkes tahammül edebileceği yükle yüklenirmiş. 28 Şubat davaları görülürken, bu konuda ciddi mesai veren hem medyadan hem de hukuk dünyasından yeni arkadaşlarımızı onur duyarak selamlarım. “Dün neredeydiniz bakalım?” demem. Cemaatin 28 Şubat’ta tesettür konusunda kolay pes ettiği dile getiriliyor. Prof. Sevgi Kurtulmuş, İstanbul Üniversitesi’nden atılırken “başını açsın hizmete devam etsin” demeyen Hoca kalmamıştı. Hali hazırda en saygın fakihler konumundaki bu hocaefendilerin Cemaatle de bir ilgisi yoktur... Fırtına günlerinde olur böyle şeyler. Allahtan başka kimseniz olmadığını hissedersiniz... Sonra hava açar, aslında kalabalık olduğunuzu görürsünüz.

Sevgili kardeşim Furkan Torlak, yaşından büyük bir ferasetle; meseleleri “hilaf” üzerinden değil de “ihtilaf” üzerinden değerlendirmeyi denesek dedi geçen akşam... Aynı Kıbleye baş koyanlara, birbirini zemmetmek yakışıyor mu?Bütün dünya gözünü dikmiş Başbakanımıza bakıyor, sadece ülkemizin değil, Arakan’dan Bosna’ya kadar mustazafların umudu. Müslim gayri Müslim, dünya, Hizmetin başlattığı Gönüllüler Hareketini örnek gösteriyor... Bu iftihar tablosu mudur hazmedemediğimiz...