Dershaneler sonrası üniversite sınavları

Bu yazıda dershanelerin kapatılması meselesine girmeyeceğim, siyasi bir karar alındı ve Eylül 2015’de dershanelerin faaliyetleri son buluyor.

Dershanelerin benim açımdan çok makbul kurumlar olmadığı aşikar ama mevcut arz- talep dengesizliğinde üniversitelere girişte adaletsizlikleri bir ölçüde törpülediği de malumumuz idi.

Arz-talep dengesizliği kısa ve orta vadede düzelemeyeceğine göre ortaya çıkacak adaletsizlikler nasıl minimize edilebilir?

Üniversitelerin toplam kontenjanları, yani arz, talep düzeyine çekilebilir, bu konuda önemli adımlar da atıldı ama büyük çoğunluğun derdi bir üniversiteye girmek değil de, belirli üniversitelere, mesela ODTÜ’ye, İTÜ’ye, Boğaziçi’ne, hukuk fakültelerine girmek ise, ki şimdilik öyle, arz-talep makası çok uzun seneler açık kalacak demek.

Bu makası kısmen kapatmak, arzı talebe yaklaştırmak için ortaya atılan meslek okullarını özendirme çabası da başlı başına bir adaletsizlik, hakkaniyetsizlik kaynağı.

Siz hiç çevrenizde çocuğunu meslek lisesine göndermek isteyen, gönderen doktor, mühendis, diplomat, öğretim üyesi gördünüz mü?

Göremedi iseniz, ki görmek de kolay değildir, bunun anlamı zenginlerin çocuklarının iyi üniversitelere, fakirlerin çocuklarının meslek liselerine gittiğidir.

Bu durum da eğitimin sosyal asansör olma fonksiyonunun bitmesidir ve bu çok kötüdür.

Meslek lisesi alternatifini bir kenara koyarsanız, üniversitelere girişteki mevcut arz-talep makasını kapatmak, adaletsizlikleri önlemek için ne yapılabilir?

Ben bu yazımda konuya ilişkin bir öneri getirmeye çalışacağım.

Bu önerim sadece arz-talep dengesizliğine ilişkin de değildir, üniversite meselesine mündemiç başka sorunlar için de bir yanıt oluşturabilir.

Kısa ve adım adım gidelim.

Nüfus baskıları lise kurumunun düzeyinin çok aşağılara çekilmesine neden olmuştur ve bu soruna kısa ve orta vadede çözüm yoktur.

Bu lise mezunu profili ile dört senelik ve meslek veren üniversite diploması kavramı bir aldatmacadır, sonuçlar da zaten ortadadır.

Tüm yüksekokullar, isterseniz üniversite de diyebilirsiniz, toplumsal bilimler ve doğa bilimleri olmak üzere iki ana branşa ayrılmalı ve mezuniyet süresi ÜÇ YIL olmalıdır.

Bu iki branşta ilgili dalların en temel kavramlarının, giriş düzeyinde, aktarılması ile yetinilmeli, yabancı dil öğretimine, araştırma tekniklerine ağırlık verilmelidir.

Bu dallara giriş ise sınavsız olmalı, derslikler anfi biçiminde örgütlenmeli, tecrübeli hocalar çok sayıda öğrenciye temel kavramları yetkin bir biçimde aktarmalı ama mesleğe yönelik bir öğretime girilmemelidir.

Üç yılın sonunda, geniş anlamıyla toplumsal bilimler ya da doğa bilimleri lisans diploması alan genç, yaşı yirmiyi aşmış olacak artık, ne istediğini çok daha iyi bilecek, isterse öğretimine bu aşamada nokta koyup hayatını kazanmaya atılır, ya da, bu diploma sonrası iki ya da üç senede elde edeceği master diplomasının peşine düşer.

Hukuk, iktisat, mühendislik ya da mimarlık gibi dallarda diplomalar ancak bu üç artı iki ya da üç sistemi ile elde edilebilmelidir.

Üç senelik lisanstan iki ya da üç senelik master aşamasına geçiş çok ciddi bir sınavla yapılmalıdır ama zaten büyük sayılar lisans aşamasında eleneceği için bu sınavların artık merkezi yapılması bile gerekmeyebilir, üniversiteler kendi master (3+) öğrencilerini kendileri seçerler, böylece sistem kendi öğrencisini seçemeyen üniversite rezaletinden de kurtulmuş olur.

Özetle şöyle: Lise sonrası lisans aşamalarına giriş serbest olmalı, derslerin çok kalabalık sınıflarda yapılmasında hiç sakınca yok, bu aşama lisede maalesef atlanan temel bilgilerin öğrenciye düzgün bir biçimde verilmesi aşaması olacak.

Meslek veren master aşamalarına giriş daha kapsamlı ama dal bazında bir sınavla yapılmalı.

Hukukçu, mimar, mühendis olmak için üç artı iki ya da üç sene öğretim görülecek; son iki ya da üç sene çok daha derinlikli bir sürece tekabül edecek.

Bu satırların yazarı Türkiye yükseköğretim sisteminin bu noktaya gelmesinin bir zorunluluk olduğunu biliyor ama bakalım ne zaman gelinecek?