Dershaneler ve dindar gençlik

Gençlik” dendiğinde Başbakan Erdoğan’ın iki mühim açıklaması geliyor gündeme.

1- “Dindar gençlik yetiştirmek istiyoruz” mahiyetindeki ifadesi bazı kesimlerce otoriter bulunmuştu. Oysa bir baba, büyükbaba veya muhafazakar demokrat bir partinin lideri olarak böylesi bir temennide bulunması hiç de garip değildi. Ama eleştiriler, Başbakanlık konumuna ve seküler nizamdaki bir devlet yönetiminin kutsallar karşısındaki tarafsız konumuna dayandırılıyordu... Peki “Dindar bir gençlik yetişmesin” demek tarafsızlık mıydı?

2- Benzeri bir problematiği “dershaneler” meselesinde yaşadık. Eğitimdeki kaliteyi, ek eğitime ihtiyaç duymaksızın yükseltmeyi istemesi bir Başbakanın, elbette garip değildir. Eğitimde fırsat eşitliği bağlamında, Milli Eğitimin hizmet kalitesinden ve dershanelerin velilere yüklediği mali külfetten yakınması normaldir. Lakin, sınav sistemi değişmediği müddetçe, dershaneler kapatılsa bile ek eğitime ihtiyaç olacak üstelik denetimsiz ve çok daha pahalı bir şekilde. Ayrıca ciddi bir öğretmen nüfusu atanmayı beklerken, dershanelerin kapatılmasıyla işsiz kalacak öğretmenleri de hesaba katmalıyız. Dershanelerin yasal mevzuata bağlı legal ticari işletmeler olduğunu da hatırlayarak. Ehliyet kurslarından biçki dikiş, karate tekvandoya kadar bir yığın dershane var, nasıl kapatılacaklar, devleti küçülteceğiz derken hepsini en iyi biz öğretirize nasıl döneceğiz, kolay değil! Hele ki vesayet ve otoriterliğin toplumsal eleştiriye açıldığı bu süreçte.

***

Bir anne olarak “dindar bir gençlik istiyorum” çünkü din, güzel ahlaktır. Dürüst, kibar, sözünden ve elinden emin olabileceğimiz bir gençlik. Böyle bir gençliğin yetişmesi için ömrümüzü verdik, halen haftada en az dört günüm gençlerle başbaşa geçiyor. Çocuklarımın sadece üniversiteye hazırlandıkları bir kurum olarak görmedim dershaneleri. Bu bize ek mali külfet getirmedi mi? Elbette getirdi. Ama İmam Hatiplerin ve Kuran Kurslarının kapatıldığı bir süreçte çocuklarımızın “dindar ve ahlak sahibi öğretmen” profilini görüp örnek alabilecekleri tek yer “o dershaneler”di. Özel koleje yollasaydın diyenler çıkabilir, ne kendi çocukluğumda ne de evlatlarımın döneminde özel koleje ödeyecek paramız olmadı hiç. Tüm bu çıkışsızlıklarımız içinde “o dershaneler”deki fedakar, ahlaklı, nazik ve işini çok iyi yapan öğretmenler, çocuklarımızın “abi”leri, “abla”ları oldular. Küçük oğlum bir gün sırtında epey büyük bir kazakla dönmüştü eve, dershanede çok terlemiş, öğretmeni kendi kazağını sırtından çıkartarak ona giydirmiş.

Ben cemaatten değilim” diye diye, taa Kırgızistan’da buzlar altında öğretmenlik yapan kardeşlerimin yanına kadar gittim, Bosna’daki savaşta, Nijerya’daki kabilelerin içinde, Bangladeş’te selin yuttuğu köprülerde, Şırnak’ta, Cizre’de onları hep ellerinde kitapla insanlara öğretirken buldum. Mermi bomba altında, nükleer felakete rağmen, açlık, kuraklık, salgın hastalık demeden, sırtlarındaki son kazağı da hiç düşünmeden çıkarttıklarına şahit oldum. Başbakanımızın da bahsettiği ahlak ve fazilet sahibi gençliği yetiştirmekte “o dershane”lerin, “o öğretmen”lerin hakkını ödeyemeyiz. Bu hakkı teslim etmek için Cemaatten olmaya gerek yok...

***

Tartışmayı iyi yönetemedik. Bunca emekleriyle öğretmenleri incitecek bir otoriterliğe dönüştüğünü işin, göremedik... Sosyal medyadaki paylaşımlardaysa “gönüllülüğü” değil “dershaneci”liği öne çıkarttık. “Başbakan, Gülen Hareketini bitirmeye kararlı” cümlesi ne kadar haksızsa, Kulubud Daria müellifini salt ticari işletmeler bağlamında takdim etmek bir o kadar vicdansızlıktır... Herkes en yakınındakine usturuplu ve hakkaniyetli davranmayı teklif etmeli. Siyasetçi siyaseti, eğitimci eğitimi, herkes yaptığı işi, en iyi şekilde yaparak yürümeye devam etmeli. İşi kızıştırıp nem’alananlarıysa ibretle seyredip Allaha havale ediyoruz...