Dersimiz şiddet

Her gün birilerini yakan, doğrayan, bıçaklayan insanların haberleriyle sarsılıyoruz. Dolmuşlardan sokaklara, evlerden Meclis’e kadar her yerde insanlar birbirinin kanını döküyor. Giderek daha öfkeli, saldırgan ve tahammülsüz mü olduk, yoksa uzun zamandır böyleydik de daha fazla mı duyar olduk orası açık değil. Açık olan ise bu denli müdanasızca suç işlenebiliyorsa, Türkiye’de adli, hukuki ve toplumsal caydırıcılığın zayıf olduğu. Diğer bir ifadeyle, işlediği suçlar nedeniyle fazla ceza almayacağını düşünenler, toplumsal anlamda da baskıya uğrayacağını, dışlanacağını, ötekileştirileceğini düşünmüyor.

Hal böyle olunca, hunharca cinayet işleyenleri asabilsek mesele hallolacak sanılıyor, idam cezasının geri getirilmesi konu edilebiliyor. Böylece eli bıçaklı minibüs sürücüsü ya da bir esnaf nedeniyle Avrupa Konseyi Örgütü’nden çıkarılma riski bile unutuluyor. Keskin sirke küpüne zarar verir lafı akıllara gelmiyor.

Çözümleri cezada aramak, meselenin sadece bir yönüne çare olabilir. Ancak çözümleri toplumda aramanın daha kalıcı sonuçları olacağı söylenebilir. Küçükken sadece cezayla ve korkutularak büyütülenlerin büyüyünce daha hoşgörülü olduklarını gösteren örnek var mıdır, emin olmak zor. Ancak örnek davranışları ödüllendirilen insanların daha az şiddet yanlısı oldukları biliniyor.

Şiddete karşı şiddet

Ne yazık ki insanlardaki şiddet eğiliminin açığa çıkışına ilişkin örnekler ülkelerle sınırlı değil. Dünyanın her yerinde insanlar, örgütler ve hatta devletler başka insanları, kadın ve çocukları öldürüyor, yakıyor ve katlediyor. Birbiriyle savaşan toplumsal kitleler ile birbirine silah doğrultmuş devletlerin sayısı artıyor.

Kimileri elinde palalarla saldırıyor, kimileri uçaklardan atılan bombalarla. Kimine yaptırım uygulanıyor, kimine uygulanmıyor. Uygulanan yaptırımlar ise öldüreni öldürmek olarak sonuçlanıyor. Saddam, Kaddafi, Bin Ladin’i ya da Hamas’ın, Boko Haram’ın ve ID’nin bilmem kaçıncı liderini öldürünce hak yerini bulmuş, cezası kesilmiş gibi davranılıyor.

Oysa öldüreni öldürünce de çatışmalar durmuyor, ekonomik ya da diplomatik yaptırım uygulayınca da. Sadece bir “güçlü”, kendisinden daha “güçlü” olan tarafından bertaraf ediliyor; sonra ondan da daha “güçlüsü” gelip hepsini alaşağı ediyor. Sonuçta, uluslararası hukuktan, uluslararası teamüllerden, uluslararası örgütlerden, ikili ve çok taraflı anlaşmalardan bahsedilemez bir durum ortaya çıkıyor. Zira herkes kendi çıkarına uygun kendi adaletini arar hale geliyor.

İki yol var

Tarihte bu tür dönemler yaşanmış, ancak dönemlerin sonu pek de tercih edilecek türden gelişmelerle gelmemiş. Ya çok büyük bir güç gelip tüm toplumları kendisine zor kullanarak bağlamış, ya çok daha büyük savaşlar yaşanmış ve güç el değiştirmiş. Hepsinde diğerlerini dize getirecek daha büyük ve caydırıcı silahlar, ordular kullanılmış. Bu birinci yol.

Çözümlerin başka yerlerde arandığı tarihsel dönemlerde ise devletler, toplumsal kesimler ya da halklar yan yana gelerek saflarını sıkılaştırmışlar; kendi çıkarlarının yerine ortak çıkarlarını yerleştirmişler. Bu da ikinci yol. Bir araya gelmeyi başaranlar, şiddete başvuran oyuncuya “çürük elma” muamelesi yapıp onu oyun dışına atmayı da becermişler.

Dünya genelinde “çürük elma” karşısında birleşme sağlayacak bir ortam şimdilik söz konusu gibi gözükmüyor. Ancak Türkiye’de şiddetin her türüne karşı toplumun her kesiminde yan yana gelebilecek insanların daha etkin duruma gelmeleri mümkün. Zira toplumun çoğunluğu şiddetin değil huzurun yaygınlaştığı bir ülkede yaşama arzusunda. Bu durumda siyasilerin de toplumun gerisine düşmemeleri beklenir.