Dertlerimizi örtbas etmeyelim, evet de; karamsarlık oluşturmadan..

Müslüman coğrafyalarına bakıp da üzülmemek mümkün mü?

Hele de 150 yıl öncelerde..

Diyâr-ı küfrü gezdim, beldeler, kâşâneler gördüm

Dolaştım mülk-i İslâm'ı, bütün virâneler gördüm..'

diyen Ziyâ Paşâ, haksız mıydı?

Tamamen haklı da değildi.. Çünkü hep savaşlar içinde olan bütün coğrafyalar için de geçerlidir bu tablo.. Sadece diyar-i İslâm için değil..

Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarını hatırlamak bile yeter bunun için..

Savaştan savaşa koşan veya sürüklenen, düşman istilalarına uğrayan yerler nasıl 'mâmur' kalabilir ki? Savaş alanları ve savaşılan tarafların her şeyleri ya mülk edinilir, ya da yakılıp-yıkılır.. Çünkü, karşı ve düşman tarafın sadece insan gücünün değil, zenginliklerinin de zayıflatılması veya tamamen yok edilmesi hedef edinilir.

Hattâ bütün 'tarafları'nın Müslüman olduğu savaşlarda bile, tarafların fetvâcılarının, savaşan güçlerin kumandan ve hükümdarlarına günün ihtiyacına göre şer'î cevazlar ürettikleri, tarihte bilinmeyen bir durum değil..

Bugün, hemen birçok Müslüman coğrafyalarında da, tarafların birbirlerine, 'Allah- Allah!.' diye saldırdıkları, -1980-88 arasında 8 yıl süren ve 1 milyondan fazla insanın eridiği korkunç İran- Irak Savaşı'nda yaşandığı üzere- bütün tarafların da, ölülerini 'şehîd' diye defnettikleri yaşanmadı mı? Daha geçenlerde Kırgızistan ve Tacikistan arasındaki veya 10 gün kadar önce Pakistan- Afganistan sınır güçleri arasındaki gerilim sırasında çok sayıda asker ve diğer sınır güvenlik güçleri hayatlarını kaybederken; taraflar birbirlerine, bu durumun devam etmesi halinde ezici darbeler indirileceğine dair karşılıklı tehditler yağdırmadı mı? Bu örnekleri Yemen'de, Suriye'de, Sudan'da ve sair yerlerde de görmedik mi, görmüyor muyuz? (Kendi coğrafyamıza daha yakın yerlerdeki gerilimli durumlar üzerinde konuşmaktan ise, bazı hassasiyetleri daha bir tahrik edeceğinden, -aman, fitnen ateşini daha bir körüklemeyelim..' diye- genelde sarf-ı nazar ederiz..)

*

Bütün bunları niye mi söylüyorum?

Kendisinin bilgi ve irfanına çok hürmet ettiğim bir Müslüman bilginin bir videosunu izledim. Müslümanların küçücük meselelerden dolayı birbirleriyle tarih boyunca ne büyük iç çatışmalar ve yersiz itiqadî tartışmalar içinde oldukları gerçeğinden hareketle, sözü bugüne getiriyordu. Söyledikleri genel hatlarıyla doğru, ama, insanda bir umutsuzluk ve karamsarlık havası oluşturup oluşturmadığımızın düşünülmesi de gerekmez mi?

Bu açıdan belirtelim ki, Müslüman güçler veya toplumlar arası ihtilafların karşılıklı çatışma ve boğuşmalara varmaması için, bütün Müslümanların bir bütün halinde, başlarında son sözü söyleyecek ve meseleleri halledecek- bitirecek ve şer'an bağlanmaları gerektiğini inancıyla bağlı oldukları bir merci veya makamın, bir otorite/yaptırım gücüne sahib bir merkezin olması gerekliliği hatırlatılmadan; Müslümanlara bu asıl mesele hatırlatılmadan, sadece bir takım fer'î /ikinci derecedeki konularda Müslümanların bugün birbirleriyle tartışmaları ve zıdlaşmalarından yakınmak, hayıflanmaktan başka bir sonuç vermeyecektir.

Evet, biz bugün, 8 milyarı aşan dünya nüfusu içinde neredeyse dörtte biri, 2 milyarı bulan nüfusuyla muazzam bir kalabalığız, ama, disiplinli, yekvücûd bir bütünlük gösteremiyoruz. O halde, beyinlerde ilk düşünülmesi ve idrak edilmesi gereken ihtiyacın, bu birliği sağlayacak bir kurumun oluşturmasıyla birlikte anlatılması gerekmez mi?

Yoksa, herkes kendi fikrine göre, bir takım hükümler ve yorumlar çıkaracaktır ve bu farklılıkların ileride İslâm Milleti içinde yersiz tartışmalara yol açması kaçınılmazdır.

*

Şimdiki tabloya bakıp, 'Müslüman dünyası birbiriyle boğuşuyor, geri kalmışlık pençesindeki Müslüman toplumlar ve kesimler arasında, İslâm'ın aslı ile ilgisi olmayan teolojik tartışmalar sürüp gidiyor..' desek bile, bu yakınma bize asıl idrak olunması gereken konuyu hatırlatmalı değil midir?

Bunlar anlatılırken, emperial odakları oyunlarına gelmiyor muyuz? 'Bakınız biz nasıl da düzenli ve medenî çözümler oluşturuyoruz..' mesajları vermelerine âlet olmuyor muyuz? Halbuki o dünyaların bütün geçmişler, bizim bugün başsız kaldığımız tablodan çok daha korkunç ve kanlı değil miydi? Uzağa gitmeye gerek yok, sadece Birinci ve İkinci Dünya Harbi'nde o dünyaların birbirlerini on milyonlar halinde nasıl boğazladıklarını hatırlıyor muyuz?

*

Elbette onların vahşilikleri bizim için mazeret olamaz. Ama, bizim dünyamız bir bünün olarak suçlandığı zaman, o dünyaya hayranlıkla bakanlara böyle bir hatırlatma da gerekir herhalde..

Alınız size, evvelki gün, Tâlibân yönetimi Afganistan'da Üniversite'deki kız öğrencilerin eğitimini askıya aldı.. Buna İslâm ve Müslümanlar adına bir hüküm ifade edecek şekilde son noktayı kim koyacak?

İran'da da, 1979'da İnkılab Hareketi, tıb ve eczacılık, fizik-kimya gibi fakülteler hariç, , yeni eğitim ve müfredat programları hazırlanıncaya kadar bütün üniversiteleri 4 yıl boyunca kapatmıştı 'İnkılâb-ı Ferhengî (Kültür İnkılâbı) adıyla..

Mao da 1965'lerde Çin'de 'Kültür Devrimi' yapmış ve kapitalist dünya tarafından epeyce alaya alınmıştı..

Bizde de, 1925'lerden sonra çıkarılan Tevhîd-i Tedrisât Kanunu ve devamındaki dârağaçlarıyla dayatılan alfabe değişikliğinin ve üzerlerine kara lekeler sürülen mekteblerin- medreselerin adının, Fransızcadaki école'ü çağrışması için, 'okul'a, 'idadî'nin Fransızcadaki 'lise'ye, Dârulfünûn'un Üniversite'ye dönüştürülmesi vs., aynı mantığın gerekli gördüğü bir düzenleme değil midir?

*

Talibân da bu konulara bodoslamadan girmişti, ilk 25 sene öncelerdeki ilk döneminde..

O zaman BM helikopterleri aç insanlara un torbaları atarken, Tâlibân ise,

Nuristan dağlarındaki kayalara yontulmuş ve asırlardır var olan heykelleri topa tutuyordu.

Şimdi biraz tecrübe edinmişler gibi gözüküyorlar derken; üniversitelerde birden bire kesip atmak yerine, tedricî olarak, merhale-merhale düzenlemeler yapmayı düşünemezler miydi? Bizdeki 1930'lardaki uygulamaların benzerini, kendileri açısından kesin çözümler şeklinde uygulamaya koyuyorlar.

Ama, şimdi, bütün dünyada sanki İslâm'ın eğitime düşman olduğu gibi bir hava oluşturuluyor. İtirazlar yükseltiliyor..

Ama, böyle durumlarda, İslam'ı ve Müslümanları bağlayan veya töhmet altında bırakan olumsuz'lara, bütün Müslümanlar adına dur diyecek ve yaptırım gücü olan, adına

Hılafet mi denilir, Riyaset mi veya başka bir isim mi olur, evet, bir 'beynelmuslimîn' (bütün Müslümanları içine alan ve hepsini kucaklayan) bir kurum oluşturulmadıkça, herkesin kendi arzusu, idraki veya anlayışına göre diğerleriyle ihtilafa düşmesi, diğerlerinden kopması daha da kaçınılmaz olacaktır.