Selahaddin E. ÇAKIRGİL
Selahaddin E. ÇAKIRGİL
secakirgil@yahoo.com
Tüm Yazıları

‘Dervişin fikri neyse, zikri de odur!' misali bir şeyler söyleyen bir Büyükelçi..

ABD'nin Türkiye Büyükelçisi ve Trump'ın da Suriye Özel Temsilcisi Thomas Barrack, büyük dedesinin bir Osmanlı vatandaşı olarak yaşadığı Beyrut'a 25 Ağustos 2025 sonunda gittiğinde yaptığı konuşmalarından bu yana, 'bir kaos ortamı' oluşturmaya müsait olması yüzünden, giderek daha bir dikkat çekiyor.

O günlerde Lübnan'daki önde gelen 'El' Ahbar' medya kuruluşunun yayınlarında, manşetlerine "Yankee'ler eve dönsün!" başlığını yazmıştı. El'Ahbar'a göre Barrack'ın sözleri, 'bir kovboyun küstahlığı'ydı ve 'sömürgecilerin eski söz dağarcığı'ndan ibaretti.

El'Ahbar gazetesindeki ikinci bir makalede ise; "(Yıldızlardaki) Galaktik İmparatorluğun ülkemize gönderdiği elçi... Etrafına bakındı, havayı kokladı, sonra da bir cümle kustu: 'Anarşist olmayın... Hayvanî davranışlarda bulunmayın!' dedi ve ardından da gazetecilere bildiriler dağıttı: 'İmparatorluğun huzurunda ulumak yok!' başlıklı bildiriler..' deniliyordu.

Çünkü, Barrack efendi, efendisi Trump'ın, muhaliflerine ağzına geleni söylemesinden ilham almışçasına aynen öyle söylüyordu, Beyrut'taki medya elemanlarına.

Aynı günlerde, İng. The Guardian gazetesi de, Barrack'ın "kargaşaya yol açtığı'; 'El'Cezire Tv.' ise, Barrack'ın "öfkeyi körüklediği" değerlendirmelerini duyuruyordu. Bizdeki medya ise, bu konuya çok dikkat etmedi. Ne de olsa, o anda aşağılanan muhataplar arasında Türkiye'nin medya mensupları bulunmuyordu.

Evet, Barrack efendiye dikkat.

Amerikan Krallığı'nın Türkiye'deki büyük elçisi ve Suriye'de de ABD Başkanı Trump'ın özel temsilcisi -ve büyük dedesi Lübnan'da yaşayan Osmanlı vatandaşı Hristiyanlardan- olan Tom Barrack, bir türlü, Miladî 19. Yüzyıl'ın Müstemleke Valileri havasından kurtulamadıysa da, son olarak yaptığı bir açıklamada, 'Suriye'de 'adem-i merkeziyetçilik' mümkün mü?' sorusuna cevap verirken, efendilerinin yeni planlar hazırladıklarının işaretini veriyor ve 'Adem-i merkeziyetçilik, bu bölgenin hiçbir yerinde işe yaramadı. Balkanlar 7 farklı ülkeye bölündü, tam bir karmaşa... Irak'a bakın. Adem-i merkeziyetçilik, Lübnan'da da çalışmıyor, Libya'da da öyle...' diyordu..

Barrack Efendi, çalışmayan bozuk saatin günde 2 kez doğru göstermesi misali, bu bölünmeleri sanki başkaları yapmış gibi, bu Balkanizasyon denemelerinin yanlışa vardığını da itiraf ediyor. Ama, emperyal efendilerinin, aynı denemeleri Suriye'de, Irak'ta, ve yarınlarda daha başka yerlerde denemeyeceklerine dair bir delil yok.

Kaldı ki, son 150 yılda Osmanlı'nın sadece Balkanlar'da, 500 yılı aşkın bir süre elinde bulunan coğrafyalarda ayrı devletler haline gelen ülkelerin sayısı, onun dediği gibi 7 değil, halihazırda 11 adettir: Bulgaristan, Romanya, Moldavya (Boğdan), Arnavutluk, Sırbistan, Makedonya, Bosna-Hersek, Hırvatistan, Karadağ (Montenegro), Kosova, Kıbrıs...)

(Adem-i merkeziyetçilik, yani, tek merkezden yönetilmek yerine, farklı etnik unsurlara veya mahallî özelliklere göre, tek merkezden olmayan yönetim birimlerinin oluşturulmasına verilen isim...)

(Bu arada, yeni nesillerden bazıları için, hemen ekleyelim ki, 'adem' kelimesi çoklukla 'Âdem' olarak anlaşılıyor ve öyle telaffuz ediliyor.. Halbuki 'adem', 'a- dem' şeklinde, her iki hece de kısa-kısa okunur ve 'olumsuzluk' , 'yokluk' ifade eder. Yukarıdaki cümlede de 'adem-i merkeziyetçiliği, merkeziyetsizlik veya 'tek merkezden yönetim şeklindeki devlet idaresine karşı olmak' mânasında anlamak gerekir.)

Osmanlı'nın son dönemine gelince...

Evet, emperyal güç odaklarınca, 'Balkanizasyon' (Balkanlılaştırmak, /Balkanlar gibi küçük küçük devletlere bölmek) siyaseti bir kurtuluş reçetesi gibi sunulmuş ve bunun neticesinde de, inanç- din ya da mezheb farklılıklarına göre, küçük küçük devletçiklerin 'ulus-devlet' şeklinde tesis olunmasının hayırlı olacağına inanılmıştı.

Ve durum ortada...

Tekrar hatırlayalım. Osmanlı, 1. Dünya Savaşı'ndan yenik çıkınca, bütün toprakları parça parça edildi ve yığınla devletçikler ortaya çıkarıldı. Sadece 'Bilâd-ı Arap /Arap beldeleri' denilen ve Arap halkların ekseriyette olduğu coğrafyalarda 24 tane devletçik oluşturuldu ve her birisinin başına da bir kukla oturtuldu, beyinler ve kalpleri emperyal güçlerin dünyalarına ve değerlerine ayarlı ama Müslüman halkların içinden çıkan güyâ yerli kişi ve kadroların kurduğu sistemler 100 yılı aşkın zamandır hükümfermâ...

Anadolu yarımadasındaki halkların, etnik köken aramadan, cansiperâne verdikleri mücadeleler de sonra çalınacak olanlar arasındaydı; hem de 'ulus-devlet' teranesiyle yüceltilen bir etnik unsurun dışında kalanların aşağılanmasını planlayan emperyal programlara uygun olarak.

Halbuki, 'Anadolu ve Rumeli Müdafaa'y-ı Hukuk (hakların savunulması) Cemiyetleri' Müslümanların savunmasını ve olmak veya olmamak mücadelesini verebilmek için, bu topraklardaki bütün halkların kardeşliğini korumak için yola koyulduklarında, hedef, ilk maddede gayet net olarak 'Ahali'y-i İslâm'a yapılan mezâlime son vermek..' olarak yazılmıştı.

Biz Müslümanlar, bugün, İslam Milleti olarak Endonezya, Malezya, Hint alt kıtası, Çin, Orta Asya, Rusya ve Arap dünyası, hassaten Filistin, Pakistan, İran, Türkiye; Balkanlarda Arnavutluk, Bosna, Kosova ve Kuzey Afrika'da Mısır, Libya, Cezayir ve Fas'tan taa Atlas Okyanusu'na ve oradan da Afrika içlerine, Nijerya, Nijer, Batı Afrika sahilleri, Çad, Sudan, Somali'ye kadar coğrafyalarda, 2 milyarı bulan ve yer altı ve üstü zenginlikleriyle, eğer İslamî hassasiyetlerle hareket edilse, dünya çapında büyük bir güç odağı halinde sahneye çıkabilecekken, maalesef, bir türlü asıl meseleyi kavramak noktasına yaklaşmamaya çalışıyoruz gibi bir manzara sergiliyoruz. Halbuki, gayet kolay bir söyleyişle biz, Millet-i İbrahîm veya Millet-i İslâm'ız/ İslam Milleti'yiz.. Bizim beşerî planda en büyük gücümüz de budur.

Biz Müslümanların, diplomasi alanında bugün de İslam Milleti olarak bu mânaya tutunmaktan başka bir çaresi yoktur. Aksi halde, emperyal güçler kendi inanç dünyalarına bağlı olan küçücük gruplara bile baskı yapıldığı iddiasıyla -son olarak Nijerya örneğinde Trump'ın takındığı tavırda görüldüğü üzere- , hemen, 'Sevgili Hristiyanlarımızı fedâ edemeyiz, ordularımızı gönderir ve duruma müdahale ederiz..' diyebilmektedirler.

Bu sosyal ve fikrî perişanlığımıza çare düşünmez ve inancımıza göre bir dünya kurmak dikkatinden kaçınmaya devam edersek, ayrıca, başımıza gökten taş yağmasını mı beklemeliyiz?

Ve, Akit-TV'den Muharrem Coşkun Bey'i tebrik ve de teşekkürler..

'Vatikan Devlet Başkanı' sıfatını da taşıyan 'Papa 14. Leo'nun ülkemize yaptığı resmî ziyaret üzerine bir çok yayınlar yapıldı, hattâ bazı Müslüman kişiler bile bu yayınlardan korkuya kapılarak, sanki Müslüman halkımız onun etkisinde kalıp din değiştirecekmiş gibi eleştiriler bile yaptılar. Ama, Akit TV'den Muharrem Coşkun'un bu konuda 'Akit Tv' ekranlarından, son yüzyılda dâr ağaçları ve zindan baskıları altında teslim alındığımız bir takım zorbalıklara ve 'jakobenist/ tepeden inmeci uygulamalara karşı, sağlam bir mantıkî muhakeme ile ve nefis bir manifesto halinde sunduğu yarım saate yakın ve hepimizi düşündürmesi gereken ve tebrike şâyan konuşmasında, asıl düşünülmesi gereken konulara derin bir bakış açısıyla işaret olunuyordu. O konuşmayı özetlemeye elim varmadı.. Eline-diline sağlık.. Teşekkürler Muharrem kardeşim..

*(Yarım saati bulan o konuşmayı dinlemek isteyenler, 'https://x.com/muharice/status' adresinden ulaşabilirler.)